Arkas Sanat Merkezinde 6 Eylül 2024 – 9 Şubat 2025 tarihleri arasında, 20. yüzyıl sanatının en ikonik figürlerinden biri olan Joan Miró’nun eserlerini sergileneceğini öğrendiğim zaman çok sevinmiştim. Çünkü Joan Miro' nun eserlerini ilk gördüğümde onun sürrealist akımın etkisi altında kalarak ortaya koyduğu renk ve rüya alemi beni büyülemişti. Onun hayal gücüne dayalı eserleri, insanın iç dünyasına farklı bir pencere açıp insanın kendisini rüyaların, düşlerin ve sembollerin zengin dünyasınında hissetmesine neden olur. Bu sebeple bu sergi beni çok heyecanlandırdı ve bu sergiyi nihayet gezebilme imkanı buldum.
Sergi beklediğimden öte daha da beni içine çekti. Çünkü sergide sadece tablolarını değil aynı zamanda heykellerini,dokuma eserlerini de görebilme imkanına sahip oldum. Seçkide Sobreteixims ve Yanık Tuvaller serileri gibi, sanatçının sanat tarihine iz bırakmış eserleri de yer alıyordu. Gerçekten sergi çok güzeldi. Şimdiye kadar İnternet ortamında görmediğim eserleriyle karşılaşmak beni oldukça heyecanlandırdı. Sergiyi izlerken düşünmeden edemedim Neredeyse tüm eserler öylesine ruhuma dokunuyordu ki modern sanatların görsel sanatlardaki izdüşümü beni içine alabiliyordu.Sergiyi izlerken aynı yüzyıla denk gelen müzisyenlerin müziklerini düşündüm. Müzikal seçimlerimle görsel sanatlardaki seçimlerim arasında dağlar kadar fark vardı. Müzikte neredeyse Barok dönemde asılı kalmışken görsel sanatlarda Joan Miro gibi sürrealist ,modern, hatta Dadaist izler hoşuma gidiyor. Haksızlık etmeyeyim Joan Miro ile aynı döneme denk gelen müzisyen Erik Satie de sevdiğim müzisyenler arasındadır ama yine de bu anlamdaki seçimlerim oldukça farklı.Yine de sergiyi gezerken aklıma gelen müzisyen Erik Satie dir.
Eric Satie, gerçekten de Miró'nun sanatının o dönemdeki müzikal bir yansıması gibi düşünebileceğimiz bir isim. Satie'nin minimalist ve ironik tarzı, Miró'nun renkli ve hayal gücü dolu dünyasıyla güzel bir tezat oluşturuyodu. 20. yüzyılın atonal ve melodisiz yapısı, birçok kişi için meydan okuyucu ve zaman zaman rahatsız edici olabilir. Müzik, doğrudan duygusal bir tepki uyandırdığından, bazı modern parçaların karmaşıklığı ve yenilikçiliği, daha tanıdık ve harmonik melodilere alışık olanlara zor gelebilir.
Miró'nun sanatı ile 20. yüzyıl müziği arasındaki bu farkı irdelemek, sanatsal zevklerimizin ne kadar çeşitli ve kişisel olabileceğini göstermekte. Belki de bu iki farklı sanat dalındaki seçimleriniz, sanata nasıl yaklaştığınız ve ondan ne beklediğinizle ilgilidir. Miró'nun özgür ve yaratıcı anlatımları, belki de Satie'nin müzikal ironisiyle daha iyi örtüşüyordur.
Müzik ve görsel sanatlar arasındaki ilişki oldukça karmaşık ve bireysel. Bu her iki alanda da yapılan seçimler kişisel zevnleri, kültürel arka planı ve yaşanmışlıkları aynı zamanda anlık ruh durumunu içinde barındırabiliyor. Müzikte, görsel sanatlarda insan duygularının ifade ediş biçimi olarak ele alınsa bile seçimlerde farklılıklar oldukça şaşırtıcı. İster istemez kendi düşüncelerimdeki bu farklılığı masaya yatırdım.
Öncelikle müzik ve görsel sanatlar arasında direk bir koşutluk olmak zorunda mı?
Bu sorunun yanıtı çok kolaydı. Eğer böyle bir koşutluk olsaydı klasik müzik dinleyicileri ya da uygulayıcıları bana kızabilir ama klasik müzikte modern 20. yüzyıl müziğine hiç ısınamadığımı itiraf edebilirim. Klasik müziğin var olduğu andan itibaren bir burjuva müziği olduğu bir gerçek. Ve klasik batı müziği halktan oldukça kopuk bir seyir izlemiştir. Aynı zamanda Klasik Batı Müziğinin modernleşmesi görsel sanatlara göre daha karmaşık ve katmanlı bir yapıya sahip olmasından dolayı çok kolay olmamıştır. Görsel sanatlarda bir esere baktığınızda daha soyut ve kişisel bir hikaye oluşturabilirken müzikte daha doğrudan bir iletişim vardır. Ve bu iletişim herkese aynı şekilde ulaşmaz. Klasik Batı Müziği geleneksel yapıları kırarak yeni arayışlara girdiğinden kişinin beklentileri üzerine fazla kafa yormaz.
Her dönemin nesnel koşulları öncelikle felsefi yönde filizlenirken bu düşüncelerin sanata yansıması öncelikle görsel sanatlar, edebiyat gibi alanlarda yol alırken en son müzikte odaklanır. Edebiyat ve görsel sanatlar toplumda ve siyasal koşulların eleştirisini ve bunun estetik bir yapıya dönüşmesini sağlarken Klasik Batı Müziğinde bu eleştirel potansiyel çok daha sınırlıdır. Bu da ister istemez Klasik batı Müziğinin halktan kopuk yapısı içerisinde küçük bir azınlığa hitap etmesiyle son bulur. Belki de Klasik Batı Müziğinin ticari kaygısı müzisyenler de eleştirel duruşu arka plana atıyor olabilir. Doğal olarak Klasik Batı Müziği toplumsal değişimle pek fazla ilgilenmez.
Yine de müziğin kendisine haksızlık etmek istemem. Klasik Batı Müziği dışında toplumsal sorunlara,politik durumlara , kişisel deneyimler daha doğrudan ve etkili bir şekilde değinerek eleştirel duruş sergileyen bir çok müzik türü vardır. Punk ya da Rock bunların başında gelebilir. Neden Klasik Batı Müziği bu türler gibi karşı koyuşu ortaya koyamıyor.?
Bir kaç cümlede bunun nedenini ortaya koymuş olsam bile kuşkusuz başka nedenlerden de kısaca söz etmek gerekiyor. Örneğin Klasik Batı Müziğinin çok uzun yıllardır süregelen ve gelenekselleşmiş form yapısı buna engel olabilir. Ama en önemlisi kuşkusuz Klasik müziğin hedef kitlesinin elit ve bir kısım kişiye hitap ediyor olmasıdır. Geniş kitlelere ulaşmak çok daha farklı bir sınıf bilinciyle doğru orantılıdır.
En büyük hayalim Klasik Batı Müziğinde geniş kitlelere ulaşabilecek güce sahip olmasıdır. sadece bestecilerin kişisel duruşuna değil yaşadığı topluma görevini yapabilecek güce erişmesidir. Aksi takdirde Klasik Batı Müziği salt eğitim müziği olmaktan başka bir yerde olamayacaktır.