11 Kasım 2012 Pazar

Sadık Hidayet-Kör Baykuş



(1903-1951)
Modern İran Edebiyatı'nın önde gelen düzyazı ve kısa hikâye yazarı.

“Hayat hikayemde önemli bir şey yok. Başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım; başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı… bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni; haklıydılar belki de…” 

Bu sözler, İran Edebiyatı'nın modern dünyaya açılan yüzü Sadık Hidayet'in, ölümünden birkaç yıl önce sarf ettiği cümleler... Hidayet, ölümünün üzerinden yarım asır geçmesine rağmen ardında bıraktığı bir düzine eseriyle hala etkisini ve varlığını sürdürmekte. Sefalet ve bunalımlarla geçen kısacık ömrüne, ülkesinde ve dünyada çığır açacak çapta eserler bırakmayı başarabilmiş bir yazar olan Sadık Hidayet'in edebi kişiliğine ve İran Edebiyatı'na kazandırdıklarına geçmeden önce, en az hikayeleri kadar hazin ve ibret verici olan yaşam öyküsüne bakalım:

  

Şahlık İranının soylu ve nüfuzlu bir ailesine mensup olan Sadık Hidayet 17 şubat 1903'te Tahran'da dünyaya gözlerini açar. İlköğrenimini Tahran'da Medrese-i İlmiye'de tamamladıktan sonra orta öğrenimini yine Tahran'da bulunan ve bir misyoner okulu olan Saint Louis Fransız Koleji'nde tamamlar. Burada Fransız dili ve edebiyatıyla tanışan Hidayet, 1925'te mühendislik eğitimi almak için Belçika'ya gider. Belçika'da aradığını bulamaz ve edebiyat okumak için Paris'e geçer. Yazı hayatına burada başlayan Hidayet ilk eserlerini burada kaleme alır. Bir ara bunalıma girerek Paris yakınlarında bir marinada hayatına son vermek için kendini denize atar fakat bir kayığın yetişmesiyle intihar girişimi sonuçsuz kalır. 

1930'da Tahran'a dönen Hidayet, ailesinin nüfuzundan faydalanmak istemez ve kendi imkanlarıyla iş bulmaya çalışır. İran Milli Bankası'nda çalışmaya başlar. Bu arada arkadaşları Bozorg Alevi, Mesud Ferzad ve Mücteba Minovi'yle birlikte ‘Dörtler Grubu'nu kurar. Bir çok iş ve kurum değiştiren Hidayet, İran Şahı Rıza Şah'ın baskılarına dayanamayarak Hindistan'a gider. Hindistan'da Pehlevi Farsçasını öğrenir. İlk romanı ‘Kör Baykuş'u (Bûf-e Kûr, çev. Behçet Necatigil, Yapı Kredi Yay.) da burada yayımlar. Tekrar Tahran'a dönen Hidayet Devlet Musiki İdaresi'nde çalışmaya başlar. 1948'de Özbekistan Orta Asya Devlet Üniversitesi'nin daveti üzerine Taşkent'e gider. 1950'de tekrar Paris'e döner.

2. Dünya Savaşı sonrası İran'da yaşanan siyasal gelişmeler başlangıçta Sadık Hidayet'te  bir ümit duygusu uyandırmıştı ancak bu pembe ümitler uzun sürmedi. Başbakan olan eniştesinin  1951'de katledilmesi onun için bardağı taşıran son damla oldu."Paris`te günlerce havagazlı bir apartman aradı Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları yanıbaşında yerde duruyordu."

Yılmaz Güney`in de yattığı Père Lachaise mezarlığında gömülüdür.


Tüm hayatını Batı edebiyatı çalışmalarına adamıştı Sadık Hidâyet. İran tarihi ve folklorunu araştırıyor, İran’nın kültürünü ve Doğu’nun Batı kültürü karşısındaki ezilişini yok etmeye çabalıyordu. Batı’nın birçok yazarını kendi süzgecinden geçirerek yorumladı ama en çok, Guy de Maupassant, Çehov, Rilke, E.A. Poe ve Kafka’yla ilgilendi ve bu yüzden Kafka’yla arasındaki bağ o zamanlar kuruldu. Çünkü Kafka’dan ne kadar çok etkilendiği aşikârdı. Hidâyet’in suçu yazmaktı, birçok Doğulu yazarın ortak suçu işleyip ortak cezalar aldığını ve tarihin ortak bilincine bunların kazındığı biliyoruz. O kendinden öncekiler gibi yazdı. 

  

Hikâyeler yazdı, tarihi oyunlar kaleme aldı. Bir seyahatnameye imza attı ve dergilerde yazdıkları yayımlandı. Edebiyatı eleştirdi. Fransızcadan çeviriler yaptı. Bu çevirileri bir yana bırakırsak, onun işlediği en büyük suç İran dilini ve edebiyatını önemsemek, belki hak ettiğinden fazla önemsemek, kendi dilinin dünya edebiyatının bir parçası haline gelmesi için çalışmaktı ve bunu da başardı. Batı’nın en çok tanıdığı İranlı yazarlar arasında yerini aldı, ama kendi ülkesi ona yaşama şansı vermedi. Bunu sadece ona değil, dediğimiz gibi birçok yazarına yaptı ve Fars dili sanki yazılmak istemiyordu. Kağıtlara dökülmesi günahtı sanki bu dilin…Sadık Hidayet İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir.

  

Sonraki yıllarda zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun suistimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine özellikle de çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet son eseri Kafka'nın Mesajı'nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.

  

Eserleri 

Öykü 

1930-Diri Gömülen (Zindeh be-gur) 
1931-Moğol Gölgesi (Sayeh-ye Moghol) 
1932-Üç Damla Kan (Seh qatreh khun) 
1933-Alacakaranlık (Sayeh Rushan) 
1937-Kör Baykuş (Bûf-i kûr) 
1942-Aylak Köpek (Sag-e Velgard)
1945-Hacı Ağa (Haji Aqa)

  

Oyun 

1930-Sâsân Kızı Pervin (Parvin dokhtar-e Sasan)  
1933-Mâzyâr (Maziyar) 

Seyahatname 

1931-Isfahan: Cihan'ın Yarısı (Esfahan nesf-e Jahan) 
1935-Islak Yol Üzerinde (Ru-ye Jadeh-ye Namnak) 

 

İnceleme-Araştırma 

1923-Hayyam'ın Terâneleri (Rubaiyat-e Hakim Omar-el Khayyam) 
1924-İnsan ve Hayvan (Ensan va Hayvan)
1927-Ölüm (Marg) 
1948-Kafka'nın Mesajı (Taranehha-ye Khayyam) 
1957-Vejetaryenliğin Yararları (Favayed-e Giyahkhari)

 

Sadık Hidayet'in eserleri günümüzde Avrupa'daki politik İslamcı çevrelerden yoğun eleştiriler almaktadır ve birçok romanı (özellikle de Hacı Ağa) artık Fransa'daki kitapçılarda ve kütüphanelerde bulunamamaktadır. Kör Baykuş ve Hacı Ağa adlı romanları 2005 yılında düzenlenen 18. Uluslararası Tahran Kitap Fuarı'nda yasaklanmıştır. Kasım 2006 itibariyle Sadık Hidayet'in tüm eserleri geniş çaplı bir tasfiye politikası kapsamında İran'da yasaklı durumdadır.

KÖR BAYKUŞ

  

Çeviren: Behçet Necatigil
95 Sayfa-Yapı Kredi Yayınları-2001

Arka Kapaktan:

Modern İran edebiyatının kurucularından Sâdık Hidayet'in 1936'da Bombay'da yayımladığı başyapıtı, kendi deyişiyle 'özenle hesaplanmış, net, bilinçli etkilerle dolu' ve 'her sayfası bir partisyon gibi düzenlenmiş' Kör Baykuş (Bûf-i Kûr) , öteki yapıtları gibi, pek çok dile çevrildi, sdece Fransa'da (André Rousseaux: 'Bu roman bence ülkemizin edebiyat tarihinde özel bir etki bırakmıştır') değil pek çok ülkede pek çok yazarı etkiledi. Kör Baykuş,1977'de Behçet Necatigil'in unutulmaz çevirisiyle Varlık Yayınları'ndan çıkmıştı. Philippe Soupault'un 'Yirminci yüzyılın düşlemsel debiyatında bir başyapıt', André Breton'un ise 'Başyapıt diye bir şey varsa o da budur' sözleriyle nitelediği bu kült romanı, yine Necatigil'in çevirisinden, Necatigil'in 'önsöz'ü ('Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75. Yılında Sâdık Hidâyet') ve Bozorg Alevî'nin 'sonsöz'ü ('Sâdık Hidâyet'in Biyografyası') ile sunuyoruz. 

  

Hidayet'in tek romanı ‘Kör Baykuş' (ki roman sayılamayacak kadar küçük hacimli bir eserdir), yapısı ve muhtevası bakımından oldukça ilgi uyandıran bir kitaptır. Sadık Hidayet, bütün eserleri arasında başyapıtı sayılan “Kör Baykuş”’u 1936 yılında yazmasına rağmen, kitap İran’da 1941 yılına kadar basılamadı. Türkçe’ye de Behçet Necatigil tarafından çevrildi ve 1977 yılında Varlık Yayınları tarafından basıldı. 

Tamamen bir bilinç akışıyla kaleme alındığı anlaşılan kitapta zaman ve mekan mefhumları ortadan kalkmaktadır. Yalnız yaşayan, ailesinden ve çevresinden kopmuş ve sürekli afyon içen bir gencin bilinç altına giren Hidayet, burada şaşırtıcı bir yolculuğa çıkarıyor okuyucusunu. Romanda yer alan karakterler aslında aynı kişinin değişik varyasyonlarıdır. Sürekli birbirlerine dönüşen kahramanların dünyasında geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman; gerçekle hayal tamamen birbirine karışmıştır. Olaylar arasındaki nedensellik mantıklı bir sebep-sonuç ilişkisi değil, masal mantığıdır. Ancak bu masalsı anlatı tamamen gerçek bir hayatı saptar.

Hermann Hesse'in Bozkırkurdu'nu anımsatan eserde Freud'un psikanalizinden fazlasıyla yararlanıldığı görülüyor. Philippe Soupault'nun ‘yirminci yüzyılın düşlemsel edebiyatında bir baş yapıt' diyerek övdüğü Kör Baykuş'u İran'da yayınlayamayan Hidayet, kitabı Hindistan'da bastırarak kapağına ‘Bu kitabın İran'da satışı yasaktır' yazısını eklemiştir.

  

Kitaptan alıntılar


"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de devası da yok bu dertlerin."

"Badem biçimi tarlanın ortasında onun yüzü. Gözleri iri iri ve siyah, bir kadın. Gözleri bildiğimiz insan gözlerinden daha iri ve ne olduğunu bilmediğim, bağışlanmaz günahlarım için sitem dolu gözler. Ürküten, büyüleyen gözler, keder ve hayret dolu gözler, hem tehdit hem vadeden gözler. Hem çekiyor hem itiyor, uzaklaştırıyorlardı. İnsanı mesteden, doğaüstü bir ışık saçıyordu bu gözler..."

"Ben ki şimdiye kadar kendimi yaratıkların en mutsuzu görüyordum, şimdi şimdi anlamaya başlamıştım: İnsanların, kemikleri çoktan çürümüşken, hücreleri belki mavi gündüzsefalarına karışmış yaşamaya devam ettikleri zamanlarda, şimdi şimdi anlamaya başlamıştım, insanların henüz tepelerde kerpiç kulübelerde oturdukları zamanlarda, aralarında feleğin hışmına uğramış bir ressam yaşamıştı; lanetlenmiş bir ressam, herhangi, benim gibi, mutsuz bir kalemdan ressamı belki..."

"Hastalık bende yeni bir dünyanın doğmasına sebep olmuştu. Sağlıklıyken tasarlanamayacak hayaller, renkler ve arzularla dolu bir dünya idi bu. İçimde tarifsiz bir keyif ve ıstırapla bu masalları yaşıyor, kendimi tekrar çocuk hissediyordum..."

"Ben hep, bu dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm. Butimar, deniz kıyısına çöker, kanatlarını açar, oturur tek başına..."

Başarabildiğim tek şey ölmek olacak...”

"Cinsel ilişki anında, iki kişi yalnızlıklarından kurtulmak için birbirine yapışır, herkeste aynı delice kıpırdanışlara bir kapıdır bu, ve yavaş yavaş ölümün derinliklerine yönelmiş bir pişmanlıkla karışıktır...
Yalnız ölüm yalan söylemez!
Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, arasıra oyunlarımızı yarıda kesiyorsak, bunun nedeni, ölümün seslenişini duymuş olmamızdır..Ömrümüz boyunca ölüm bize el eder, çağırır bizi..."

"Geçmiş, gelecek, gençlik, ihtiyarlık, benim için boş sözlerden başka bir şey değil bunlar. Bunlar sıradan insanlar için, ayaktakımı için, evet işte aradığım kelime ayaktakımı için ki, onların hayatları senenin mevsimleri gibi belirli mevsimlere, dönemlere bölünmüştür ve onlar, hayatın ılımlı kesimlerinde güvence altındadırlar. Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve beni bir mum gibi eritti..."

"Ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş ama, ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş..."

"Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır yanlışım var, ömrün bir oduna benziyor. Ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna.Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş..."

"Gözlerim kapanır kapanmaz karşımda sisli bir dünya belirdi. Kendi yarattığım ve düşüncelerime hayallerime uygun bir dünya. Her halde uyanıkken ki dünyamdan çok daha gerçek, daha doğal bir dünya. Sanki düşünce ve hayallerim için bir engel, bir bağ kalmıyor, o zaman ve mekan baskısı kalkıyordu. Gizli ihtiyaçlarımın doğurduğu birikmiş, yığılmış bir şehvet duygusu uykuda özgürlüğüne kavuşuyordu. Biçimler, durumlar inanılmaz fakat doğal çizgileriyla canlanıyorlardı. Uyanınca da varlığımdan şüphe ediyor, çünkü zaman ve mekan kavramını yitirmiş oluyordum.' Sanki rüyalarımı ben düzenliyor, yorumlarını önceden biliyordum..."

"Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi, orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? "

"Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi..."

"Yazıyorsam, yazmak ihtiyacı beni zorluyor da ondan. Mecburen, düşüncelerimi hayali bir varlığa, gölgeme bildirmek baskısını çok, pek çok hissediyorum. O uğursuz gölge lamba ışığında duvardan eğiliyor, yazdıklarımı dikkatle okuyor, oburca yutuyor sanki. Bu gölge, besbelli, benden daha iyi anlıyor onları! Fakat ben yalnız gölgemle konuşabilirim. Beni konuşmaya o zorladı, yalnız o anlar, kavrar şüphesiz..."

"Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı. Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hatta şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum. Avludaki taş havana parmağımla vursam ve sorsam: sabit misin, muhkem misin? - Evet! diye cevap verse bilmem inanır mıyım!"

 

Hidayet'in en yakın arkadaşı Bozorg Alevi, Kör Baykuş'un Almanca baskısı için yazdığı ‘son sözü'nü şöyle bitirir: “Ölümünden az önce bir hikaye taslağı ele almıştı, şuydu konu: Annesi “Salgı salamaz ol!” diye beddua eder yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gider. 

–Hidayet'in hayat hikayesi miydi bu?” 

Yaptığı Resim Çalışmaları 

Beethoven ve Çaykovski dinlemeyi seven ve afyon tiryakiliği bilinen Sadık Hidayet resimle de uğraştı. Günümüze kalabilen resimleri Hassan Qa'emian tarafından bir araya getirildi. Kimileri bu eserlerde sanatsal bir değer bulmazken kimilerine göre de bunlar geleceğin resimleridir.

 

Romanı ve hikâyelerinin konularını yoksul halk kesimlerinden alan, gerçekleri sosyal devrimci bir yaklaşımla ve korku yüklü fantstik bir hava içinde değerlendiren Hidayet, bir yandan da yalnız adamın varlık nedenlerini araştırır.
 

 Eserlerinde en belirgin leitmotiflerin boşluk duygusu ve ölüm olduğunda yabancı kaynaklar söz birliği etmiş gibidir. Hidayet benim için, devletlerin, rejimlerin sınırları içinde edebiyatın bağımsız ve yıkılmaz cumhuriyetler olduğunu bir kez daha hatırlatmış, mutsuzluğunda ölümsüz mutluluğa erişmiş sayılı yazarlardan biri oldu,” diyor Behçet Necatigil..

 

Bozorg Alevi ise onun  25 yıllık bir yakın dostu olarak onu söyle anlatır:Alçak gönüllülüğü, insan ve hayvan sevgisi, haksızlık ve gadre uğrayanların, ezilenlerin kaderlerine ilgisi, acıması, fedakârlığı, güzelliğe saflığa karşı sonsuz arzusu ve bunları boşuna araması; dostları arasında her zaman söylenir dururdu.

  

Adamdan saymadıklarına karşı dümdüz tutumu, bayağılık ve şirretlikleri maskaraya çeviren kıvılcımlı zekâsı, hiçbir ayrıntıyı atlamayan çok belirgin gözlem yeteneği; karakterinin belli başlı özellikleridir. Bir nükteciydi, çoğu zaman şakacı maskesi ardındaki üzgün düşünürü görmek imkânsızdı hemen hemen. Afyona gelince ölümüne yakın yıllarda ara sıra içmiştir. Ama Kör Baykuş’u yazdığı sıralarda çok seyrek içerdi. Ömrünün son yıllarında afyon düşkünlüğü, kapıldığı ümitsizlikten ve hayatını yavaş yavaş ölüme teslim etmek niyetinden ileri geldi.

 

Hidayetin yaratıları; kaynağını, yüzyılımızın başında beliren ve gayesi, İran edebiyatını klasik gelenek temeli üzerinde geliştirip çağın gerçeklerine uygun düzeye getirmek olan edebi akımdan alıyor. Karakterleri keskin çizgili, tasvirleri inandırıcıdır. Anlatıyı, o vakte kadar İran edebiyatında kimsenin ulaşamadığı mükemmelliğe Hidayet götürdü.

“Kadınlar konuşmadığı sürece öykülerdeki cehennemin kapıları asla kapanmayacak.”  (yazının tamamı için bakın)

Son olarak Hidayet'in dinlemekten bıkmadığı Tchaikovsky'nin String Quartet No. 1, Andante Cantabile eserini de ekleyelim: 


1 yorum:

  1. Merhaba... Blogunuzda dolaşırken Sadık Hidayet ile karşılaştım. Çok mutlu oldum. Ancak makalenizin sonunda, Sadık Hidayet'in Kör Baykuş'u ve öyküleri üzerine hazırladığım ve Rıza Beraheni ve Saba Kırer'ın de yazılarıyla kitaplaştırdığım Yazarın Gölgesi:Sadık Hidayet: Ölüm, Kadın ve Kör Baykuş'un Yeniden Okunuşu (Kavis Yaınları, 2011) adlı eleştiri kitabında yer alan bir makalemin sonunda söylediğim ve sizin de tırnak içinde "Kadınlar konuşmadığı sürece öykülerdeki cehennemin kapıları asla kapanmayacak" şeklinde aktardığınız cümleye rastlayınca o tırnak içinin referansına baktım, ne yazık ki bulamadım. Adından söz ettiğim eser, Hidayet okurları için sanırım üzerinde durulması gereken bir eserdir. Bahsettiğim cümleye referans verirseniz ya da nereden aktardığınızı yazarsanız sanırım okurlar için faydalı olacaktır.
    Saygılarımla
    haşim hüsrevşahi

    YanıtlaSil

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.