2 Eylül 2013 Pazartesi

Fernando Pessoa



Fernando Pessoa, 1888’de Lizbon’da doğdu. Yedi yaşından sonra, üvey babasının konsolos olarak görev yaptığı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Durban kentinde yetişti.

Lizbon’a döndükten sonra, dönemin yenilikçi dergilerinden, özellikle de modernistlerin yayın organı Orpheu’da yazdı ve akımın önde gelen estetik kuramcılarından biri oldu.

1918’de İngilizce şiir kitapları yayınlamaya başladıysa da, Portekizce yazdığı ilk yapıtı 'Mensagem' ancak ölümünden bir yıl sonra, olağanüstü zengin düş dünyasıyla ün kazandı.


  

Kendi adının yanı sıra farklı yönlerini yansıtan hayali şairlerin (Alberto Caeiro, Ricardo Reis, Alvaro de Campos, vb.) adıyla değişik bakış açıları ve üsluplardaki yapıtlarıyla ve modernist hareket içinde oynadığı rolle, Portekiz edebiyatına Avrupa çapında önem kazandırdı.

Ünlü Sandık..

 

20. yüzyıl Portekiz edebiyatının büyük ismi Fernando Pessoa, sağlığında yayınlanan yapıtları olduysa da, esas olarak ölümünden sonra, yazılarını topladığı sandığın bulunmasıyla ün kazandı. Yaklaşık 27 bin sayfaya yayılan, farklı türlerde eserler veren yazar, bunların büyük bir kısmını kendi adıyla değil, birer yaşam öyküsüyle, kişilikle, hatta edebi duruş ve tarzla donattığı 70 'den fazla kurmaca yazarın, dış kimliğin adıyla imzalamıştı; 

  

Fernando Pessoa, kendinden bağımsız olarak hareket  eden kendi yetenekleri, kendilerine özgü dünya görüşleri ve kendilerine ait edebi tarzları ile Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis ve bir de yarı-heteronym dediği düzyazışiir  ile yazan Bernardo Soares isimli şairi edebiyat dünyasına kazandırmıştır.

Birbirlerinden bağımsız tarzda eserler veren bu şairler Pessoa’nın aracılığı olmadan birbirleri ile yarışır, zıtlaşır, tartışmalara girerler. Hatta Pessoa, bir keresinde Alvaro de Campos ile Alberto Caeiro kavgaya tutuşunca gerçek gözyaşları döktüğünü söyler.

 

Kötü bir Portekizce'yle ilkel doğa şiirleri yazan Alberto Caeiro, pagan dinlere inanan hekim Ricardo Reis, 'içinde bir Yunan şairi barındıran Whitman' diye tarif edilen Alvaro de Campos gibi... Bu kurmaca yazarlardan biri olan Bernardo Soares, Pessoa'nın 'yarı-dışkimlik' olarak nitelediği, ona çok yakın bir karakterdi ve Huzursuzluğun Kitabı'nın yazarı olarak yaratılmıştı. Soares, gündüzleri bir kumaş mağazasında çalışan, geceleri yağmurun sesinde, ayak seslerinde yalnızlığını duyumsayan bir Lizbon'luydu.

Hayatındaki ilk ve tek aşkı Ophelia..

  

İlk yayınlanan kitabı..

    


Türkçe yayınlanan kitapları

1995-Sırların Cebri-Çev. Işık Ergüden
1999-Denize Övgü-Çev. Cevat Çapan
2004-Fernando Pessoa ve Şürekası
2006-Huzursuzluğun Kitabı-Çev. Saadet Özen
2006-Anarşist Banker-Çev. Işık Ergüden
2009-Uzaklıklar, Eski Denizler-Çev. Cevap Çapan 
2009-Ophelia'ya Mektuplar-Çev. Sema Rıfat
2012-Pessoa Pesso'yı Anlatıyor-Çev. Işık Ergüden
2013-Şeytanın Saati Çev. Işık Ergüden
2013-Düşsel Ve Gerçek -Çev. Cevat Çapan

Onunla ilgili yazılan kitaplar

2000 -20.Yüzyılın Yalnızı-Adnan Özer-Rüstem Aslan
2005 -Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü-Antonio Tabucchi


Kitapları ve kitaplardan alıntılar...

============================================
01-Huzursuzluğun Kitabı-Fernando Pessoa
Çev. Saadet Özen / Can Yayınları / 675 sayfa /2006
============================================

Huzursuzluğun Kitabı, kurmaca bir karakterin kendi hayatını anlattığı bir roman olarak görülebilir; ancak yazarla kahramanı sık sık birbirinin yerine geçtiğinden, Pessoa'nın hayatla ilgili kendine ait olan ve olmayan düşünceleri döktüğü, evirip çevirdiği bir denemeler, anlatılar toplamı olarak da kabul edilebilir. Pessoa bu kitap üzerinde 1913' ten itibaren çalışmaya başlamış, ölümüne dek parça parça yazmaya da devam etmişti. Sandık açıldıktan sonra, dağınık metinler bir araya getirilmeye başlandı ve 1982' de Portekiz'de yapıt ilk kez olarak basıldı; daha sonra, yeni bulunan parçaların eklenmesi ve elyazmalarında yanlış okunmuş yerlerin düzeltilmesiyle yeni basımlar yapıldı. 

Dünyayı seyretmekle yetinmek isteyen, eylemsizliği en yüce erdem ve gerçek yaşam olarak gören Soares, Pessoa için belki de dünyanın ve yaşamanın ne olduğunu gösteren bir perdedir. Huzursuzluğun Kitabı aynı zamanda, bir edebiyatçının ulaşmak istediği yapıtla kâğıda dökebildiklerinin arasındaki mesafedir de; hayal edilenin soluk, titrek bir sureti, gölgesi olarak kalmaya, kusurlu olmaya mahkûmdur; tıpkı bütün kitaplar ve bütün çeviriler gibi.  (Tanıtım Bülteninden)


Fernando Pessoa, 1935’te öldüğünde, sandığında bıraktığı yapıtlarının sayısını kimse tahmin edemezdi. Onun elinden çıkmış şiirlerin, yazıların altında genellikle başka imzalar vardı. Ama bunlar yalnızca birer takma ad değil, öyküsü, geçmişi, yazgısı, dünya görüşü olan farklı kişiliklerdi. Pessoa’nın ölümünden sonra elyazmaları derlenmeye başladığında, bitmemiş yapıtlar da bulundu içlerinde. Bernardo Soares imzalı Huzursuzluğun Kitabı da bunlardan biriydi. 

Tarihten, mitolojiden, edebiyattan, ruhbilimden haberdar bir 20. yüzyıl insanının gerçekliği yadsıyışının, kendini hayallere hapsedişinin güncesiydi bu. Gündüzleri bir kumaş mağazasında çalışan, geceleri yağmurun sesinde, ayak seslerinde yalnızlığını duyumsayan bir Lizbon'luydu Bernardo Soares ya da Fernando Pessoa. Bugün Portekiz edebiyatının en önemli yapıtı sayılan Huzursuzluğun Kitabı’ndaki her metin, kırık bir aynanın, gerçekliğin bir yanını yansıtan ve sonsuzca çoğaltan bir parçası.


Pessoa'nın bir genç şair arkadaşına yazmış olduğu bir mektuba yer veriyor. Bu mektupta, Pessoa'nın yabancılaşma ve kimlik arayışı serüveninin ipuçlarını ele geçirmekle kalmıyor, değişik adlarla yazdığı şiirlerin ve bu şiirlerin şairlerinin nasıl ortaya çıktıklarını da öğreniyoruz: 

"1912 yılında birtakım pagan nitelikli şiirler yazmayı düşündüm. (Alvaro de Campos'un biçeminden değişik) ölçüsüz uyaksız bir şeyler karaladım ve sonra bundan vazgeçtim. Gene de, o bulanık alacakaranlıkta bunları yazan birinin belli belirsiz bir görüntüsü ortaya çıktı (böylece ben farkına varmadan Ricardo Reis doğmuştu.) Bir buçuk iki yıl sonra, SaCarneiro'ya bir oyun oynamak geçti içimden. Kişiliği biraz karmaşık pastoral bir şair yaratmak ve onu SaCarneiro'ya gerçekmiş gibi tanıtmak istedim. Birkaç gün bu işle uğraştımsa da, bir yere varamadım. Tam vazgeçmek üzereydim ki, bir gün, 8 Mart 1914 günüydü bu, çekmeceleri olan yüksekçe bir dolabın önünde bir tomar kâğıt alıp (her fırsatta yaptığım gibi) ayakta yazmaya başladım. Nasıl olduğunu açıklayamayacağım bir coşkuyla art arda otuz kadar şiir yazdım. Hayatımın zafer günüydü bu ve bir daha böyle bir günüm olacağını sanmıyorum. Önce bir başlık koydum yazdıklarıma: 'Sürülerin Çobanı'. Bunun ardından hemen Alberto Caeiro adını verdiğim biri belirdi içimde. Deyimin saçmalığını bağışla ama, böylece içimden ustam ortaya çıkmış oldu. 

"İlk duyduğum heyecan buydu. 30 şiiri tamamladıktan sonra da, başka bir kâğıda hiç ara vermeden Fernando Pessoa imzasıyla 'Eğik Yağmur'u yazdım. (...) Alberto Caeiro ortaya çıkınca, doğal ve içgüdüsel olarak ona birtakım tilmizler bulmaya çalıştım. Henüz tam olarak ortaya çıkmamış olan Ricardo Reis'i sahte paganizminden kurtarıp ona kendi adını ve kişiliğini kazandırdım, çünkü heyecanımın doruğuna ulaştığım o anda onu görebiliyordum. Ve birden Reis'e karşı bir kaynaktan bir başka kişi korkusuzca belirdi. Bir darbede ve hiç ara vermeden Alvaro de Campos'un 'Zafer Şarkısı' önümdeydi..." 


Kitaptan Alıntılar..


"Kader bana topu topu iki şey vermiştir: muhasebe kayıtları ve düş yeteneği..."



"Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir. Bununla birlikte, ömür süresince zihnimiz özgürdür ve bütün beyaz atlı prensler, ucu kancalı fildişi tığla iki ilmek atımı süresince, kendi büyülü bahçelerinde gezinebilir. Varlıklarla yapılan tığ  işi..Aralıklar...Hiçbir şey.."



"Ömrüm boyunca hayatımı ezen koşulların bazılarından kurtulmak istediğim, buna karşılık kendimi benzer koşullar tarafından kuşatılmış olarak bulduğum çok oldu, olayların belirsiz örgüsünde bana karşı kesin bir düşmanlık vardı, desem yeri var. Diyelim ki, beni boğmakta olan bir eli boynumdan söküyorum. O eli söküp atan kendi elimin, beni kurtarırken boynuma bir ip geçirdiğini farkediyorum. İpi boynumdan dikkatle çıkarıyorum, ama bu kezde kendi ellerimle boğazımı sıkmama ramak kalıyor..



"Çünkü gördüğüm şeylerin boyundayım ben,
Kendi boyumda değil..."




"Anlamak için kendimi yok ettim. Anlamak, sevmeyi unutmaktır. Leonardo da Vinci, insan bir şeye ancak anladıktan sonra nefret ya da sevgi duyabilir demiş. Bundan daha yanlış, aynı zamanda da daha manalı bir söz bilemiyorum.."



"Yalnızlık umudumu kırıyor; yanımda birilerinin olması üzerime ağırlık yapıyor..."



"İhtiyaç duyduğumuz şeyleri istememiz insanca bir davranıştır, yalnızca gerekli olanı değil, arzulanır bulduğumuz şeyleri istemek de insancadır.Hastalıklı olan, gerekli olan ile arzulanır olanı aynı şiddette arzu etmek,kusursuzluk özlemi yüzünden, ekmeksiz kalmış gibi acı çekmektir. Romantizm hastalığı budur işte; sanki sahip olmanın bir yolu varmış gibi Ay'a göz dikmek..."



"Utangaçlık asil bir huydur, ne yapacağını bilememek övünülesi, yaşama becerisinden yoksun olmak ise insanı yücelten bir özelliktir..."



"Güneş, zihinde batar..."




"Ruhum, hayatımdan yoruldu..."



"Yaşamak , bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır. Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün anımsamaktır yalnızca, artık yok olmuş dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır. Akşamdan sabaha karatahtada ne varsa silmek, her an dirilen bir heyecanla, her şafakta yenilenmiş olarak kalkmak-olmayı ya da sahip olmayı, şu kusurlu halimizle var olmayı ya da sahip olmayı bilmeye bir tek bunun için değer..."


"Duygu şimdiki zaman muhtaçtır; o an geçtikten sonra sayfa kapanır ve hikaye sürer, öykü ise biter..."



"Kendimi her bir şey olarak düşleyebilirim,çünkü hiçbir şeyim. Herhangi bir şey olsam, kuracak düş kalmazdı. Bir yardımcı muhasebeci, pekala Roma imparatoru olarak düşleyebilir kendini; İngiltere kralı ise bunu yapamaz, çünkü düşlerinde, olduğundan başka bir kral olma şansından mahrumdur o. Kendi gerçekliği başka herhangi bir şey hissetmesine izin vermez."



"Hiçbir parlak düşünce içine birtakım ahmaklıklar katılmadan piyasaya sürülemez. Kolektif düşünce ahmaklıktır, çünkü kolektiftir: İçindeki zekice tarafın büyük kısmını zorunlu bir vergi gibi feda etmeden kolektifin sınırlarını aşabilen yoktur..."




"Çözülebilir sorun yoktur. Bir sorunun varlığı, özünde, bir çözümün yokluğunu taşır. Bir olguyu aramak, olgunun var olmadığı anlamına gelir. Düşünmek, var olmayı bilmemektir..."



Günümüzde bir insan birini seviyorsa, ahlak anlayışında, entelektüel çapında da cücelik ya da hödüklük yoksa, karşısındaki romantik bir aşkla seviyor demektir. Romantik aşk, Hristiyanlığın insanlar üzerindeki etkisinin yüzyıllar sonra ortaya çıkan en son ürünü, ve cahil bir adama bu aşkın doğasını kavratmak gerekirse, gerek özü, gerekse geçtiği aşamalar bakımından bir elbiseye, bir kıyafete benzetebiliriz onu, ruhun ya da imgelemin diktiği, karşısına çıkan insanoğullarından yakışır diye düşündüklerine giydiriverdiği bir kıyafet. Ne var ki kıyafetler ölümsüz olmadığından, ömürleri yettiği kadar varlıklarını korur; nitekim diktiğimiz ideal kıyafet çok geçmeden lime lime olur, altından da giydirdiğimiz insanın gerçek bedeni görünür. Sonuç olarak romantik aşk insanı hayal kırıklığına götüren bir yoldur, tabi bu baştan göze alınırsa, hayal kırıklığı da hiç durmadan farklı idealler edinmeye ve ruhumuzdaki terzihanelerde gene hiç durmadan yeni kıyafetler dikmeye karar verirse o başka, bu takdirde, kıyafetleri giyenin görünüşünü sürekli yenileyebilecektir..



"Çoğu insan hayatı çekilmez bir çocuk gibi görmüştür, kafalarını dinlemek için dört gözle yatmasını bekledikleri bir çocuk..."



"Kendime kızmam, çünkü kızgınlık güçlü insanların harcıdır; kendime boğun eğmem, çünkü boyun eğmek soyluların harcıdır; susmam da, çünkü sessizlik yüce varlıkların harcıdır. Oysa ben ne güçlüyüm, ne soylu ne de yüce. Acı çekerim ve hayal kurarım ve düşlerimi, güzellikleri hakkındaki fikrime en uygun şekilde düzenleyerek oyalanırım..."



"Doğa, ruhla Tanrı arasındaki farktır. İnsanın ortaya serdiği ya da dile getirdiği şeyler, tamamen silinmiş bir metnin kenarına alınmış notlar gibidir. Notlara bakarak metnin anlamını az çok çıkarabiliriz; ama hep bir şüphe kalır, olası pek çok anlam vardır..."



"Günün birinde aniden ilham gelse, sanatın olanca gücü içime dolsa, uykuya bir güzelleme yazardım. Hayatta uyuyabilmekten daha büyük bir zevk tanımıyorum. Uyurken hayat ve sanat tamamen hükümsüz kalır, varlıklardan, insanlardan tamamen uzaklaşırsınız, hatırasız, yanılsamasız bir gecedir uyku- ve nihayet, geçmişin de, geleceğin de olmayışıdır..."




"Hayat ne kadar da aşağılık, iğrenç bir şey. Görüyorsun ya, istemediğin halde sana verilmiş olması, iradene hatta iradenin yanılsamasına bile hiçbir şekilde bağlı olmaması, aşağılık, iğrenç hale gelmesine yetiyor. Ölmek, tepeden tırnağa farklı hale gelmektir. İntihar işte bunun için bir alçaklıktır, kendini tamamen hayata bırakmak anlamına gelir çünkü..."



"Sevilmek gerçekten sevilmek nasıl bir yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü haline gelmek nasıl bir yorgunluktur! Özgür olmayı, hep özgür olmayı istemiş bir insanı sorumluluk hamalına dönüştürmek: Bazı duygulara cevap vermek, mesafeli davranmama inceliğini göstermek, sırf başkaları kendimizi bir heyecanlar prensi yerine koyuyoruz, insan ruhunun verebileceğinin azamisini kabul etmek istemiyoruz sanmasınlar diye. Nasıl da yorucudur varlığımızın bir başkasının duygularıyla olan ilişkisinin esiri olduğunu hissetmek! Öyle ya da böyle, ister istemez bir şey hissetmek, gerçekte tam bir karşılık bile bulmaksızın, biraz da olsa sevmek zorunda olmak nasıl bir yorgunluktur..."



"İnsan her şeyden bıkar, anlamak hariç. Bu cümlenin anlamını kavramak bazen zor oluyor. Bir sonuca varmak için düşünmek insanı yorar, çünkü ne kadar düşünür, tahlil eder, görürsek, sonuca o kadar zor varırız..."



"Kendimi bulursam kaybediyorum, inanırsam şüphe ediyorum, eğer zaten elde etmişsem sahip olmuyorum. Gezinir gibi uyuyorum, ama uyanığım. Uyurmuş gibi uyanıyorum ve kendime ait değilim. Hayat nihayetinde upuzun bir uykusuzluktur, düşündüğümüz ve yaptığımız her şey, onu bölen, ayıltıcı sıçramalardır..."



"Hata yapma, acı çekme yeteneği herkese eşit verilmiştir. Ancak hissetmeden yaşarsak bela gelmez başımıza; ve en yüksek, en soylu, geleceği en iyi gören insanlar, önceden tahmin edip hor gördükleri şeylere katlanan, acısını çekenlerdir. Hayat budur işte..."



"Hayatın bize sundukları arasında, hayatın kendisinden başka tanrılara da şükretmemizi gerektiren bir şey varsa, o da cahilliğimizdir. Ne kendimizi biliriz ne de birbirimizi. İnsan ruhu karanlık, vıcık vıcık bir uçurum, dünya yeryüzünde kesinlikle kullanılmayan bir kuyudur. Gerçekten tanısa kimse kendini sevmezdi; ve kendini beğenmişlik denen şey-manevi hayatın kanı canıdır bu-olmasa, hepimiz ruh anemisinden ölür giderdik. Hiç kimse bir ötekini bilmez ve ne mutlu ki öyle, yoksa-ister annemiz, ister sevdiğimiz ya da çocuğumuz olsun yanımızdakileri metafizik düşmanlarımız olarak görürdük..."




"Ve kısacık bir an içip evreni çırılçıplak gören bir kişi, bir felsefe yaratır ya da bir din kurgular, felsefe yayılır, din büyür; felsefeye inananlar sonunda onu varlığı unutulan kıyafet gibi kullanmaya başlar, dini benimseyenler ise, bir süre sonra akıllarından uçup giden bir maske gibi takar onu. Bizim için yaratılmış olan yanılsamanın tutsağı olduğumuzu bir tek gösteriyi düzenleyenler bilir. Ama yanılsamanın nedeni nedir, yanılsama-bu ya da bir başkası-niye vardır ya da kendileri de yanılsamanın tutsağı oldukları halde, niye yanılsamayı bize dayatmışlardır, hiç kuşkusuz kendileri de bilmez bunu..."



"Sanat yalancıdır, çünkü toplumsaldır. Ve sanattaki anlatım biçimleri arasında yalnız ikisi önemlidir- biri derin ruhumuza hitap eder, öbürüyse ruhumuzun dikkatli kısmına. Birincisi şiirdir, ikincisiyse roman. Şiirin yapısında başlar yalan, romanınsa konusunda. Birincisi hakikati çeşitli kurallara uyan, dilin özünü bile çarpıtan çizgilerle vermeye çalışır, öbürüyse hiçbir zaman var olmadığını bildiğimiz bir gerçekliğin üzerinden aynı sonuca varmaya çalışır..."



"Hepimiz birbirimizi severiz, yalan ise, karşımızdakine verdiğimiz bir öpücüktür..."



"Sıkıntı....Tanrıları olan birisini sıkıntı asla ele geçiremez. Sıkıntı, mitolojinin olmayışıdır. İnanç yoksa kuşku bile imkansızdır, o halde şüphecilik bile şüphe duyma gücünden yoksun kalır. Evet, sıkıntı budur işte; ruhun kendine yalan söyleme yeteneğini yitirmesi, düşüncenin, gerçeğe uzandığı kesin olan, var olmayan merdivenin eksikliğini duyması..."



"Dünya hiçbir şey hissetmeyenlere aittir. Eylem adamı olmanın birinci şartı, duyarsız olmaktır. Hayatı sürdürmek temel olarak eylemi tetikleyen özelliğe, yani  iradeye bağlıdır. Ne var ki iki şey eylemi köstekler: Duyarlılık ve nihayetinde duyarlı bir düşünceden başka bir şey olmayan analitik düşünce. Her eylem doğası gereği kişiliğimizi dış dünyaya yansıtır, dış dünya da büyük oranda insanlardan oluştuğu için, kişiliğimizi yansıttığımız zaman esas olarak bir başkasının yolunu kesmiş, eyleme biçimimizle ötekileri huzursuz etmiş, yaralamış, ezmiş oluruz..."



"Ruhum gizli bir orkestra, bilemediğim çalgılar çalınıyor, kemanlar ve arplar, kudümler ve davullar içimde yankılanıyor. Kendime ancak bir senfoni diyebilirim..."



"Çaba sarfetmek bir suçtur, çünkü her eylemde bir düş ölür..."




"Hepimizde 'aşağılık' bir taraf var. Hepimiz içimizde bir suç saklarız-işlemiş olduğumuz ya da ruhumuzun işlememizi isteyip durduğu bir suç..."



"Kendimi dinlerken ben bile kendim hakkında yanılırken, hatta bazen ne demek istediğimi bile anlayamazken, başkaları beni anlamaktan ne kadar uzaktır kimbilir! Başkaları ne karmaşık yanlış anlamalarla anlar bizi. Anlaşılmanın verdiği nefis zevk, bunu en çok isteyenlere yasaktır-çünkü karmaşık, anlaşılamamış varlıkların özelliğidir bu; ötekiler, yani herkesin anlayabileceği basit insanlar ise-onlar hiçbir zaman anlaşılmaya ihtiyaç duymaz..."



"Sanat niye bu kadar güzel? Çünkü yararsız. Hayat niye bu kadar çirkin? Çünkü amaçlardan, tasarılardan ve niyetlerden örülmüş. Bütün yollar bir noktadan diğerine gitmek için çizilmiş. Kimsenin gelmediği bir yerden kimsenin gitmediği bir yere uzanan bir yol için neler vermezdim..."



"Harabeler neden mi güzel? Artık hiçbir işe yaramazlar da ondan..."



"Zarif bir bedene sahip olmakla güzelliği saramazsın, sadece hücrelerden oluşan, yağlı bir bedeni kucaklayabilirsin; öpüşme bir ağzın güzelliğine değil, ölümlü mukozadan olma dudakların nemli etine değer; cinsel birleşme bile basit bir temas, samimi bir sürtünmedir ama gerçek bir iç içe geçme, bir bedenle bir başkasının iç içe geçmesi bile değil. Öyleyse neye sahibiz biz, nedir sahip olduğumuz..."



"En sevimsiz şey fiil, bütün fiiller. Cümleye anlam veren onlardır. Oysa dürüst bir cümlenin hep birden çok anlamı olmalı. Fiiller! İntihar eden bir arkadaşım- ne zaman sohbet biraz uzasa, bir arkadaşımı intihar ettiririm- evet ya, arkadaşım ömrünü fiilleri mahvetmeye adamıştı..."



"Batıl inançlara sahip olabilmek, en yüksek düzeyde icra edebildiğinde, bir insanın üstünlüğünü kanıtlayan sanatlardan biridir..."




"Hayatın acı olduğu ya da varoluşu düşünmenin acı verdiği doğru değil. Doğrusu şu ki, acımız, ancak büyük dedikçe büyür ve ciddileşir. Biz doğal davranırsak, geldiği gibi geçer, nasıl yeşerdiyse öyle solar. Herşey hiçtir, bu hiçliğin içinde acımızda hiçtir..."



"Koşullar kadar mizacımın da tutsağıyım, insanların kayıtsızlıkları kadar, ben olarak gördükleri kişiye gösterdikleri sevgi de incitici-bunlar, Kader'in bana bahşettiği insan yüzlü hakaretler..."



"Hepimiz isimsiz, birbirimize uzak yaşıyoruz, başka kılıklar altında birer yabancı olarak acı çekiyoruz. Ne var ki bazıları bir varlıkla kendisi arasındaki bu mesafenin hiç farkına varmaz; kimileri mesafeyi ancak korkulu, acılı anlarda, sınırsız şimşeğin aydınlığında görür; kimileri içinse ömürleri boyunca değişmeyecek ıstıraplı, gündelik bir şeydir bu..."



" Ay ışığı,
  Manzaranın tamamı hiçbir yerde..."



"Özlem! hiçbir yakınlığım olmayan birini bile özlüyorum-zamanın kayıp gitmesi karşısında kaygılanıyor, hayatın gizemi karşısında hastalanıyorum. Her günkü sokaklarımda her gün gördüğüm yüzler-onları göremezsem kahrolurum; hiçbir şey değillerdir oysa gözümde, bütün hayatın simgesinden başka hiçbir şey..."



"Aşk, sahip olmak, dışında kalması gerekeni kendine ait kılmak ister, sevilen varlık kendisinin bir parçası haline gelsin ama o olmasın diye.. Sevmek, kendini vermektir. İnsan ne kadar çok verirse, aşk da o kadar büyük olur. Ama kendini tamamen vermek ötekinin bilincini de ortaya sermek olur. Dolayısıyla aşkların en büyüğü ölüm, unutuş ya da vazgeçiştir-aşkın saçmalığında barınan tüm aşklar..."



"Kişiliğimiz, bizim için bile bir muamma olarak kalmalı: Dolayısıyla kendimizi de içine dahil ederek sürekli hayal kurmayı görev bilmeliyiz ki, kendimize dair bir görüş edinmemiz imkansız hale gelsin. Başkalarının kişiliğimizi istila etmelerinin de özellikle önüne geçmeliyiz. İnsanların bizimle herhangi bir şekilde ilgilenmesinde, eşi görülmemiş bir hoyratlık vardır. Şu sıradan 'Nasılsınız' lafını affedilmez bir kabalık olmaktan çıkaran şey varsa, o da genellikle zaten içinin boş, samimiyetsiz olmasıdır..."



=================================================
02-Pessoa Pesso'yı Anlatıyor-Fernando Pessoa
Çev. Işık Ergüden / Kırmızı Kedi Yayınları / 279 sayfa /2012
=================================================


"Yaşam, tadını çıkarmayı bilmek gereken bir kötülüktür..."



"Yalnızca zeki insanlarla- Wells, Chesterton, Shaw-ilgilenmeye son verdim. Bu insanların fikirleri hiç de yazar olmayan insanlarda da var; eserlerinin yapısına gelince, kesinlikle sıfıra sıfır. Bir dönem fayda sağlamak için okuyordum. Beni ilgilendirebilecek teknik konularda bile pek az işe yarar kitap olduğunu anladım artık. Sosyoloji amma karışık şey! Günümüz Bizans'ında bu tür skolastiklere kim katlanabilir? Benim bütün kitaplarım referans eserleri. Shakespeare'i "Shakespeare Sorunu" nedeniyle okuyorum, gerisini zaten biliyorum. Okumanın kölece bir düş görme biçimi olduğunu keşfettim. Eğer düş göreceksem neden kendi düşlerimi görmeyeyim? Çevrenin ayrıntılarıyla tüm bağları koparmak, misyonu bu çevrelerin ayrıntılarını değil dekoru temsil etmek olan yazar-sanatçı için temel önemdedir. Vaktiyle okumayı biliyordum. Bugün okuduğumda yolumu kaybediyorum..."



"Sanat, hatalı ya da yanlış bir izlenimi net bir şekilde ifade etmekten ibarettir. Kesin bir izlenimin net ifadesine bilim denir..."



"Samimiyet sanatçının aşması gereken büyük engeldir.Zekayı bu zirveye yalnızca edebi tarz dışında hiçbir şey hissetmemeye götüren bir çıraklık, uzun bir disiplin çıkarabilir..."



"Yavaş yavaş, çok yavaş
Çok hafif bir rüzgar esip
Uzaklaşıyorum yavaşça. Ve ben
Bilmiyorum ne düşündüğümü,
Bilmekte istemiyorum..."




"Hedeflerin yokluğu tutarsız bir yaşam tarzıdır-'tarz' terimi her türlü amaç yokluğuna uygulanabilir elbet-; işte bizi genç tutan şey. Evlenmedim ve dolayısıyla bu tür partnerliğin özel zevklerinden de, kendine özgü dertlerinden de azadeyim; bu durumun iyi yanları da kötü yanları kadar yaşlandırır bizi. Hiçbir zaman bir meslek benimsemedim, kariyer de seçmedim; savunduğum görüşler anbean değişti...Herhangi bir şeye erişmek için asla gerçek çaba sergilemedim; uçarı, gereksiz ve hayali nesneler dışında herhangi bir şeye asla ciddi ciddi dikkat göstermedim. Kendimi genç hissediyorum, çünkü böyle yaşadım..."


"Düşünmek de tedirgin edicidir 
yağmurda yürümek gibi
Tutkum ve isteklerim yok benim.
Şair olmak bir tutku değil benim için
Bu benim yalnız olma yolum..."



"Hiçbir salağın doğal büyüklüğüne karşı koymadım, iyilere karşı da kötülere karşı davrandığım gibi davrandım..Günbegün gençleştim, çünkü asla bir şey yapmadım, dolayısıyla yaşlanamam. Zevklerim basittir, çünkü onların benim için zevk olmasını bile talep etmem. Ben kendimin ve geçip giden zamanın seyircisiyim..."



"Gülünçlük, zekanın attığı bir tekmedir. Uzun süredir, zekaya dair sahip olduğum tek şey onun tekmesidir..."



"Esrarın, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'a indirgendiği kimselere ne mutlu! Talih kuşu konmuş başlarına! Onlar için uzam, evlerini bürolarından ayıran mesafedir; zaman, yemek yemleri için gereken süredir; madde ise sivilcelerini sıktıklarında içinden çıkandır. Salaklık; senin adındır Mutluluk!.."


"Düş görmek; işte eylem insanları bundan nefret ederler; ama haksız olan onlardır. Eylemde bulunulmuyor diye hiç haksız olunmaz. İnşa edilmeyen binalar asla harabeye dönmez..."



"İhtiyaçlarını en aza indir ki, 
hiçbir konuda başkalarına bağımlı olmayasın..." 



============================================ 
03-Anarşist Banker-Fernando Pessoa
Çev. Işık Ergüden / Can Yayınları / 88 sayfa /2006
============================================ 


20. yüzyıl edebiyatının en ilginç kişiliklerinden Fernando Pessoa, kendi adının yanı sıra kendisinin farklı yanlarını yansıtan hayalî şairlerin adlarıyla yazdığı yapıtlarıyla dünyanın en gizemli şairlerinden, yazarlarından biridir.1935 yılında ölen Pessoa, ancak ölümünden bir yıl sonra, olağanüstü zengin düş dünyasıyla üne erişti. Yazarın şiirleri dışında sağlığında yayınlanan biricik anlatısı olan Anarşist Bankerde, iki arkadaşın bir yemek sonrasında başlayan sohbeti, okuru burjuva toplumunun derinliklerine sürükler. İki arkadaştan biri, hem banker, hem de anarşist olduğunu söyler. Ona göre, bankerlik, gerçekleşebilir tek anarşist eylemdir. Pessoa, ilk basımı 1922de yapılmış olan Anarşist Bankerde, antik çağ felsefesinin diyalog yöntemini izleyerek, günümüz burjuva toplumunun ikiyüzlülüklerini, haksızlıklarını gözler önüne serer, ince bir alay içeren, zekice akıl yürütmelerle paranın iktidarını sorguya çeker. (Tanıtım Yazısından) 



“Evet! Bana, sizin daha önce anarşist olduğunuz anlatıldı”

“Sadece eskiden değil, hâlâ öyleyim Bu bakımdan kendimi değiştirmiş değilim Ben bir anarşistim”

“Yok canım! Siz kim, anarşistlik kim? Hem neden anarşist olasınız ki? Belki de bu sözcüğü farklı algılıyorsunuz…”

“Malum anlamından farklı anlamda mı? Hayır, kesinlikle değil Ben bu sözü, bilinen malum anlamda kullanıyorum”

“Yani siz, şu işçi örgütlerindeki tipler cinsinden biri, o anlamda anarşist olduğunuzu mu söylemek istiyorsunuz? Öyleyse, sağa-sola bomba koyan sendikacı tiplerle sizin aranızda hiç fark yok öyle mi?”

“Hayır, elbette fark var… tabii ki fark var Ama o fark, sizin düşündüğünüz fark değil Siz belki de benim onlardan daha farklı toplum teorilerimin olduğuna inanıyorsunuz değil mi?”

“Haa, anladım! Siz teoride anarşistsiniz, ama pratikte…”

“Ben pratikte de teoride olduğum kadar anarşistim Hatta pratikte daha fazla anarşistim; sizin sözünü ettiğiniz şu tiplerden daha fazla, çok daha fazla Benim yaşamım bunun kanıtı”

“Efendim?!”

“Benim yaşamım bunun kanıtı; işte aynen böyle dostum Siz herhalde böyle konulara hiç özel bir dikkat göstermemişsiniz Bu yüzden saçmaladığımı ya da sizinle dalga geçtiğimi sanıyorsunuz”

“Hiç bir şey anlamıyorum! Ama eğer… eğer, sürdüğünüz hayatın yozlaştırıcılığından ve asosyalliğinden yola çıkıyorsanız; eh anarşizmi böyle anlıyorsanız…”

“Size demin söyledim: Hayır! Size, ‘Anarşizm’ sözüne bilinen anlamından başka bir anlam yüklemediğimi söyledim”

“İyi de! Ama ben hâlâ anlamıyorum…Gerçek anarşist fikirleriniz ile yaşam pratiğiniz arasında bir fark olmadığını mı anlatmak istiyorsunuz bana? Sizin yaşamınızın alalade bir anarşistin yaşamıyla noktası noktasına uygunluk gösterdiğine inandırmak mı istiyorsunuz beni?”

“Hayır! Hayır bu değil Benim söylemek istediğim, teorilerimin yaşam pratiğime hiç bir şekilde ters düşmediği; tam tersine ikisinin de kesinlikle birbirine uyumlu olduğu Benim, bombacı ve sendikacı tiplerin yaşamını sürmediğim doğru Ama onların yaşamı anarşizmden ve anarşizmin ideallerinden uzakta. Benimki değil. Benim şahsımda –evet bende, bankerde, çok duymak istiyorsanız o büyük tüccar ve üçkâğıtçıda yani bende; ikisi, anarşizmin teorisi ve pratiği, tam anlamıyla birleşiyor. 

Siz beni, onlardan farklı olduğumu kanıtlamak için, sağa sola bomba koyan şu salaklarla, sendikalardaki tiplerle karşılaştırdınız Ben tabii onlardan farklıyım, ama fark şu: Onlar (evet onlar, ben değil) yalnız teoride anarşistler, ben hem teoride hem pratikte anarşistim Onlar anarşist ve geri zekalı, ben anarşist ve akıllıyım Onun için dostum, gerçek anarşist benim Sendikacılar ve bombacılar (ben de onlardan biriydim ama onları gerçek anarşizmin yüzü suyu hürmetine terkettim) –onlar anarşizmin çürümüş kesimini temsil ediyorlar, onlar yüce anarşist öğretinin tangırtısını oluşturuyorlar..”



"Toplumsal kurgularla ateşli bir savaşa girişmeyi ve özgürlük için çalışmayı dileyen, dünyanın en iyi niyetli insanları harekete geçirdiği bir grup bile birlikte çalışmaya başladığında, toplumun şimdiki durumunda toplumsal kurguların zorbalığına yeni bir zorbalık eklemekten uzak duramaz; ve kuramsal olarak gerçekleştirmek istedikleri şeyleri uygulamada yok etmemeleri, tam da kurmak istedikleri projeyi, istemeyerek ama var güçleriyle harabeye çevirmemeleri olanaksızdır. Bu durumda ne yapmalı? Çok basit. Elbette hepimiz aynı hedefe ulaşmak için çalışmalıyız, ama...ayrı ayrı..."




============================================= 
04-Uzaklıklar, Eski Denizler-Fernando Pessoa
Çev. Cevap Çapan / Can Yayınları / 116 sayfa / 2009
============================================= 

Bir Pus Gibi İçimde

"İçimde beni saran
Ve hiç olan
Bir özlem var hiçliğe
Bir istek belirsiz bir nesneye

Sanki sis gibi
Sarıp sarmalamış beni
Ve küllükteki cıgaramın ucunda
Parıltısını görüyorum son yıldızın

Duman duman tükettim hayatımı
Ne kadar belirsiz gördüklerim, okuduklarım
Bilinmeyen bir dilde bana gülümseyen
Açık bir kitap dünya..."


Sokakta Gülen Çocuk

"Sokakta gülen çocuk
Rastgele duyduğun şarkı
Şu saçma resim, o çıplak heykel,
Sınırı olmayan iyilik -

Aklın eşyaya yüklediği
Mantığı aşıyor bütün bunlar,
Hepsinde sevginin payı var
Bir dili olmasa da sevginin..."




=========================================================
05-20. Yüzyılın Yalnızı-Fernando Pessoa
Çev. Adnan Özer-Rüstem Aslan / Everest Yayınları / 398 sayfa / 2000
=========================================================

"Kadın olmayınca, aklın kavradığı evren yok olur; ne somut bir toprak, ne su, ne de kavranamaz olanın cismi. Eksik olan korkunç mutluluk. Aşkın, bir tek varlığı isteyen ve o olan tutkusu da yoktur. Doğayla kardeşliğin belirsiz duygularıdır bunlar: Ağaçlar, bulutlar, taşlar, her şey fani, zamansal boşlukta asılı duruyor her şey..."



"Şair yalandan hastadır, bunu öylesine kusursuz yapar ki, içindeki gerçek acıyı bile yalanmış gibi hisseder. Gerçeği söylerken yalanı, yalanı söylerken gerçeği dile getirir. Karşımızdaki bir estetik tutum değil, bir imanı ifşadır. Şiir, şairin gerçek dışılığının açığa vurulmasıdır..."



"Arasında ay ışığı ile ağaç yaprakların,
arasında sessizlik ve ormanın,
arasında çıplaklık ve gece rüzgarının
geçip gidiyor bir gizem
İzliyor ruhum da o geçip gideni..."



"Hayat dediğin, beklemektir ölümü..."



"Ben, kendi varlığına yetişemeyen..."


"Tanrıyı bile sömüren insanlar var ve onlar dünyanın boşluğundaki peygamberler ve ermişlerdir..."



"Tek isteğim, unutsun beni tanrılar,
Kalsın mutluluk da, mutsuzluk da, özgür olacağım
havaya can veren rüzgar gibi,
onun hiçbir şey olduğu yoktur ki.

Aşk ve nefret arar durur bizi: birlik olup
her biri kendince zulmeder bize
Kim ki tamah etmez
tanrılara, özgürdür o..."




"İşte bir kadın, piyanosuyla...
Hoş geliyor kulağa, ama bir ırmağın akışı gibi
olabilir mi bu?!
Ağaçların hışırtıları gibi olabilir mi?
Dinlemek ve sevmek
varken doğayı
neden piyanosu olur ki insanın?!.."



"Çalıyor kavallarını Virgulius'un çobanları
çalıyor ve edebiyat işi şarkılar söylüyorlar
aşk üzerine
(Ayrıca- hiç okumadım Virgulius'u ben
Neden okuyayım ki? )
Virgulius'un çobanları içinde, bir tek Virgulius, en
fakiri;
ne demeli, güzeldir doğa ve eski mi eski..."



"Ay ışığı düştüğünde çimenlere
bir şeyi hatırlarım, ama neyi..
Yaşlı hizmetçi kadının sesini hatırlarım
bana masallar anlatan
ve geceleri: Meryem ana misali, dilenci kılığında o
sokak senin bu sokak benim diye dolaşan,
ve sesini yanıma sokulan dayak yemiş
çocukların...
Bunun gerçek olduğuna inanamayacaksam eğer
neden, neden düşüyor çimenlere ayışığı?..."



"İspanya'dan doğar da Tejo,
dökülür Portekiz'den denize
Bunu bilir herkes
Ama çok az kimse bilir benim köyümden geçen
ırmağı
ve onun nereye döküldüğünü,
nereden geldiğini ya da.
Ve işte bu yüzden, çok az kimseye ait
olduğundan,
daha büyük ve daha özgürdür ırmağı köyümün..."




"Dün akşam şehirli bir konuştu
meyhane kapısında
Bana da söyledi bir şeyler.
Adalet ve adalet için savaştan bahsetti,
acı çeken işçilerden,
açlık çekenlerin bir işe sahip olması
gerektiğinden,
hiçbir şeyin umurlarında olmadığı zenginlerden.
Bana baktığında, gözlerimdeki yaşları gördü
ve güldü mutlulukla, çünkü inanıyordu
kendisinin hissettiği öfkeyi hissettiğime,
çekiyorum dediği acıyı benim de çektiğime.
Ama hemen hemen hiç dinlemedim onu.
Neden ilgilendirsin ki beni insanların
ne acılar çekmiş olduğu ya da çektiğine
inandıkları,
Benim gibiymişler- öyleyse çekmiyorlar daha
fazla bir acı
Dünyanın bütün kötülüğü birbirimizle
ilgilendiğimiz içindir.
Şu da var ki: gökyüzüyle yeryüzü yeter bize
Daha fazlasını istemek, onu kaybedip mutsuz 
olmak demek.

Konuşa dururken o halk dostu,çoktan düşünceye
dalmıştım ben.
..

Adam susmuş ve akşam kızıllığına bakmaktaydı
Ama niçin ilgilendiriyor onu akşamın kızıllığı; ve
nasıl bir öfke, nası bir sevgidir bu?..."




===========================================
06-Ophelia'ya Mektuplar-Fernando Pessoa
Çev. Sema Rıfat / Sel Yayınları / 107 sayfa / 2009
=========================================== 


Portekizli şair ve yazar Fernando Pessoa’nın nişanlısına yazdığı mektuplar onun sevgisine tanıklık etmenin yanı sıra gizlerini de açıyor.

Ophélia’ya Mektuplar, Pessoa’nın özellikle yalnızlığını, kırgınlıklarını, sıkıntılarını, acılarını, kıskançlıklarını, ileriye dönük düşüncelerini sergiliyor.

Portekizli şair ve yazar Fernando Pessoa'nın nişanlısına yazdığı mektuplar onun sevgisine tanıklık etmenin yanı sıra gizlerini de açıyor. Ophélia'ya Mektuplar, Pessoa'nın özellikle yalnızlığını, kırgınlıklarını, sıkıntılarını, acılarını, kıskançlıklarını, ileriye dönük düşüncelerini sergiliyor. 

"Küçük sevgilim, sevgili Bebeğim, Saat sabahın yaklaşık dördü, ağrılar içinde kıvranan bedenimin dinlenmeye ihtiyacı varken uyumaktan kesinlikle vazgeçtim. Üç gecedir bu böyle, ama bu gece hayatımda yaşadığım en berbat gecelerden biri. Bunu anlamana imkan yok küçük sevgilim, şanslısın sen. Uykumu kaçıran şey yalnız anjin ve iki dakikada bir şu berbat tükürme ihtiyacı değil. Ateşim yoktu ama sayıklıyordum, deliriyorum sanıyordum, bağırmak, haykırmak, birbirini tutmayan bin bir şey yapmak istiyordum. Bütün bunlar, hastalığın yarattığı kırıklığın doğrudan etkisiyle değil de dün bütün gün, ailemin gelişiyle ilgili olan ve çözümlenemeyen şeylerden sıkıldığım için oldu."



============================================
07-Şeytanın Saati -Fernando Pessoa
Çev. Işık Ergüden / Can Yayınları / 48 sayfa / 2013
============================================ 

Çağdaş edebiyatın en kendine özgü kişiliklerinden Fernando Pessoa, ölümünden sonra üne erişen yazarlardan. 1935'te öldüğünde, sandığından binlerce sayfa metin çıkmış, çok geçmeden dünyanın en gizemli yazarlarından biri olmuştu. Kendi adının yanı sıra, kendisinin farklı yanlarını yansıtan hayalî şair ve yazarların adlarıyla yazdığı yapıtlarıyla kısa zamanda birçok dile çevrilmiştir.

Şeytanın Saati de, Pessoa'nın ardında bıraktığı sandıktan çıkan metinlerden. Bu kısa metin, yazarın önemli takıntılarının, büyü, mistisizm ve simya gibi hiç vazgeçmediği konuların bir panoramasını sunuyor neredeyse. Aslında, şeytanla girişilen bu diyalog, yazarın yapıtlarının belli başlı niteliklerini küçük ölçekte sunan bir bütün. Alaycı, kuşkucu Pessoa'nın gerçeği arama yolculuğunun bir parçası sayılabilecek düşsel bir diyalog. (Tanıtım Bülteninden)



============================================= 
08-Sırların Cebri-Fernando Pessoa
Çev. Işık Ergüden / Nisan Yayınları /  38 sayfa / 1995
============================================= 

"Bulmak için,
kendimi çiçeklerde,
kuşlarda, tarlalarda, kentlerde;
insanların davranışlarında,   
sözlerinde ve düşüncelerinde; 
güneş ışığında 
ve artık yok olmuş dünyaların 
unutulmuş harabelerinde 
aramalıyım."  (Arka Kapak)



================================================ 
09-Denize Övgü -Fernando Pessoa
Çev. Cevat Çapan / İyi Şeyler Yayıncılık / 45 sayfa / 1999
================================================ 

Yirmibirinci yüzyıl Portekiz edebiyatının bu ilginç şairi her biri özgün bir şair olan o düşsel kişiliklerini yaratmadan, gerçek bir kişi olarak 1888'de Lizbon'da doğdu. Daha lise yıllarındayken İngilizce şiirler yazan Pessoa yalnız kendi adıyla değil, Alberto Caeiro, Ricardo Reis ve Alvaro de Campos imzalarıyla şiirler, Bernardo Soares imzasıyla denemeler yazmış eşine az rastlanır bir yaratıcıydı. Nitekim ölümünden belli bir süre sonra önemi ve değeri yalnız kendi ülkesinde değil, birçok batı ülkesinde de anlaşıldı ve yapıtları hemen hemen bütün Avrupa dillerine çevrildi. 



============================================= 
10-Düşsel Ve Gerçek -Fernando Pessoa
Çev. Cevat Çapan / Dünya Yayıncılık/ 48 sayfa / 2013
============================================= 

Modern Portekiz şiirinin öncülerinden Pessoa'mn yarattığı çoğul kimlikler Düşsel ve Gerçek adlı bu kitapta bir araya geliyor. 'Yitik ben'i aramak için yola çıkan Pessoa, kendi ifadesiyle "perdeler yerine insanlara bölünmüş bir oyun"da yer aldı. Başka kişiliklerin kaleminden çıkan bu şiirleri dilimize Cevat Çapan kazandırdı.

"Onun gizemi, adında saklıdır: Pessoa. Bu kelime Portekizce "kişi' anlamında olup, Romalı oyuncunun maskesi olan 'persona'dan gelmektedir. Maske, hayali kişi, hiç kimse: Pessoa. Onun öyküsü, günlük hayatının gerçekdışıkgı ile hayalinin gerçekliği arasındaki gidip gelmelere indirgenebilir. Bu hayaller, yarattığı şairler olan Alberto Caeiro, Alvaro de Campos ve Rkardo Reis ile Femando Pessoa'mn kendisidir. İşte bu nedenle, hayatındaki önemli olayları hatırlamak pek faydasız olmakla birlikte, bütün olaylarda bir gölgenin izlerinin olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Gerçek Pessoa, hep bir baskasıdır."  Octavio Paz (Arka Kapak)



================================================= 
11-Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü-Antonio Tabucchi
Çev. Münir Göle / Can Yayıncılık/ 58 sayfa / 2005
================================================= 

Gittikçe Geç Olmadıkta, Hint Gece Müziği, Ufuk Çizgisi gibi kitaplarıyla tanıdığımız İtalyan yazar Antonio Tabucchi, avantgarde Portekiz edebiyatının ustası Fernando Pessoa'nın tutkulu bir okuru ve çevirmenidir aynı zamanda..

Geçen yüzyılın böylesi şaşırtıcı bir şairiyle tanışmamızı, kız kardeşinin sandıktan çıkardığı belgeler kadar, İtalyan yazar Antonio Tabucchi'ye de borçluyuz. Yaşamının önemli bir bölümünü Pessoa'nın tanınmasına adayan Tabucchi'nin, Fernando Pessoa'nın Son Üç Günü adlı küçük bir anlatısı var. Adı üstünde, şairin, gerçek yaşamındaki gibi sirozdan öleceği son üç gününü anlatıyor...




==================================================== 
12-Fernando Pessoa ve Şürekası 
Biyografi-Sergi Kitabı / Yapı Kredi Yayınaları / 112 sayfa / 2004
==================================================== 

Portekiz’in “ulusal hazine”si, ülke edebiyatındaki modernleşmenin kurucularından ve dünya şiirindeki en ilginç kişiliklerden biri olan Fernando Antonio Nogueira Pessoa, 47 yıllık ömründe (1888-1935) kendi deyişiyle “perdeler yerine insanlara bölünmüş bir oyun” sahneledi: Yetmişten fazla dışkimlikle (heteronim) Portekizce, İngilizce ve Fransızca şiirler, denemeler, öyküler yazdı. Sergi kitabıyla bu ünlü Portekizli şairi keşfedebilirsiniz...





========================
Kullandığı Takma İsimler..
========================

Fernando Pessoa
Dr. Pancracio
Luis Antonio Congo
Eduardo Lança
A. Francisco De Paula Angard
Pedro De Silva Salles
Jose Rodrigues De Valle
Pip
Dr. Caloiro
Morris Theodor
Diabo Azul
Parry
Galliao Pequeno
Accursio Urbano
Cecilia
Jose Rasteiro
Tagus
Adolph Moscow
Marvell Kisch
Gabriel Keene
Sableton-Kay
Dr. Gaudencio Nabos


Alvaro De Campos
Nympha Negra
Professor Trochee
David Merrick
Lucas Merrick
Willyam Links Esk
Charles Robert Anon
Ricardo Reis
Horace James Faber
Navas
Alexander Search
Charles James Search
Herr Prosit
Jean Seul De Meluret
Pantaleao
Torquato Mendez Fonseca Da Chuna Rey
Gomes Pipa
İbis


Joaquim Moura Costa
Faustino Antunes (A. Moreira)
Antonio Gomes
Vicente Guedes
Gervasio Guedes
Carlos Otto
Miguel Otto
Frederick Wyatt
Rev. Walter Wyatt
Alfred Wyatt
Bernardo Soares
Antonio Mora
Alberto Caeiro
Sher Henay
Barao De Teive
Maria Jose
Abilio Quaresma
Pero Botelho
Efbeedee Pasha
Thomas Crosse
İ.İ. Crosse
A.A. Crosse
Antonio De Seabra
Frederico Reis
Diniz Da Silva
Coelho Pacheco
Raphael Baldaya
Claude Pasteur
Joao Craveiro
Henry More
Wardour
J.M. Hyslop
Vadooisf..”

3 yorum:

  1. sanatçıyla ilgili daha fazla fotoğraf için facebbok sayfamıza bakabilirsiniz:

    https://www.facebook.com/media/set/?set=a.516231461761676.134446.271787299539428&type=1

    YanıtlaSil
  2. Muhteşem bir sunum. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  3. elinize sağlık.. gayet iyi bir tanıtım..

    YanıtlaSil

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.