14 Ekim 2011 Cuma

Daraltma Dünyamı!




Bir kaç gündür çocukları adına kaygılanan sevgili dostlarımdan "acaba nasıl bir seçim yapsak?" şeklinde telefonlar alıyorum.Kendi açılarından son derece haklılar. Öylesine anlamsız bir eğitim sistemi içersindeyiz ki tüm yıl boyunca çocuklarıyla birlikte endişelenmek ve var gücüyle anlamsız bir sınav maratonunun içinde olmak yetmiyormuş gibi, sonucunda yapacağın tercih senin hayatını şekillendirebiliyor.

Bu eğitim sistemiyle ilgili düşüncelerimi daha sonra belki yazabilirim ama şimdilik yazmak istediğim konu çok daha farklı.

Seçimlerimiz....

Hiç bir konu da seçim yapmak istemiyorum dersem ne dersiniz?

İster inanın ister inanmayın hangi alanda olursa olsun bir seçim yapma durumunda kaldığımda sancılar saplanıyor beynime.Çok iyi biliyorum ki, seçimsiz bir an bile yok. Hatta her geçen gün hayatımıza seçim kavramı çok daha yoğun olarak girecek. Ben ise elimden geldiğince bu seçimlerimizi seyreltmeye çalışıyorum.

Bir çok konu da bir an için duraksadığım anlar vardır. Bunlardan bir tanesi;

"Kendinizi bize tanıtırmısınız?" sorusudur.

Kendini tanıtmak.... koskoca bir ömrü anlatmak mıdır?

Bu soruyla karşı karşıya kaldığımda hep aklıma Necip Fazıl Kısakürek in bir şiiri gelir;

ben ki; toz kanatlı kelebeğim
ufacık gövdeme yüklü Kafdağı
bir zerreciğim ki; arş a gebeyim
işte dev sancılarımın budur kaynağı.....

diye yanıt versem ne düşünürler hakkımda?

Duraksadığım bu anlarda karşımızdaki kişiler bazen yardımcı olmaya kalkışırlar:

Bize en sevdiğiniz müzisyenleri söylermisiniz?

Bir tanesinin adını söylemeye kalkışsam bir başkasına ihanet edecekmişim gibi garip bir duyguyla cevap vermeye kalkışırken "çok fazla, hangi birini sayayım?" yanıtım ukalalık olarak kesinlikle değerlendirilecektir.

Bu ahret sorularıyla hep karşı karşıya kalırız...

En sevdiğiniz sanatçı?

En sevdiğiniz kitap?

En sevdiğiniz...

En...

Gittikçe küçüldüğümü minicik olduğumu hissederim ve o minicik bedende patlamaya hazır kocaman bir volkan oluşturduğumu kimse bilmez....

Seçimlerimizde geriye dönüşlerin olmadığına inanırım.Ve seçimlerimizin pek te kolay olmadığını çok iyi bilirim.Seçimlerimizin bir özgürlük değil, tam tersine bir dayatma ve dünyamızı daraltma olduğuna inanırım bir de...

Seçimler beni boğar....

Bu anlamda hiç unutamayacağım filmlerden bir tanesi de Sophie nin Seçimidir.

Nazilerin zülmü karşısında hayatta kalabilmek ve çocuklarını yaşatabilmek adına birini feda etmeye zorlanan Sophie nin hissettiklerini tüm hücrelerimde hissederim.

Çünkü her seçim bir diğerini geride bırakmak, ve birini ret etmektir.

Çok daha önemlisi;bir bütünü düşünme ve kavrama becerisini tamamiyle yok etmektir

Ben en çok bunu seviyorum ya sen? diye sorarken karşımızdakine verdiğimizi sandığımız özgürlük bir taraf tutmanın kodlanmış şeklinden başka bir şey değil.Taraf tutmak çok mu kötü bir şey gibi algılanabilecek bir düşünceye verilecek cevabım anında; evettir.

Seçerek farkında olmadan bilgiyi, insanları bölüyor ve parçalıyoruz ve özgürce ben de bunu seviyorum, bende bunu, bende bunu diyen kendi küçük dünyalarımızın kral ve kraliçeleri oluyoruz.

Ve en acısı seçim yapmaya kışkırtılıyoruz.Düzenlenen anlamsız anketlerle, vs. lerle her yerde her an bir "en "peşinde ve seçimindeyiz.

İnsanlık tarihine baktığımızda seçimler bizim var olduğumuz andan itibaren var belki ama hiç bir dönem bu kadar çok seçim yapmaya zorlanmamıştık.Çağımız ne yazık ki seçtiğimiz şeylere göre şekil alıyor.

Bana en zor gelen şeyde sevgi adına seçime zorlanmamızdır.Oysa sevginin nicel bir karşılığı yoktur ve sevdiğimiz şeyleri hiyerarşik bir düzen içersinde bir sıraya sokmak anlamsızlaştırır sevgiyi ve sevdiğimiz her şeyi...

Geniş olmalı dünyaya açılan pencerem.

Bana en sevdiğim müzisyeni sorma, en sevdiğim kitabı sorma, en sevdiğim şiiri sorma, en sevdiğim filmi sorma, " en " leri bana sorma

Daraltma dünyamı...


sanem uçar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.