Dün gece Caddebostan Kültür Merkezi çok güzel bir konsere ev sahipliği yaptı.
Sonat-Seda ve Serenad Bağcan kardeşlerin birbirinden güzel
şarkılarının tınıları etrafa yayılırken ister istemez; “Ne aile ama !” demekten
kendinizi alamıyorsunuz. Hangi Bağcan taşını kaldırırsanız oradan farklı bir
güzellik yakalıyorsunuz.
Kuşkusuz müziğin ethos etkisi herkesi sarmışken sevdiğin
güzellikleri sevdiğin kişilerle beraber yaşamanın keyfi de ayrı bir güzellik.
Çok uzun zamandan beri bu dünyadan sanatın herhangi bir dalının
içinde kaybolabilirsem keyif alabiliyorum. Bunun dışında yaşamak zorunda
kaldığım her şey bana derin bir boşluk hissi veriyor.Aynı zamanda hangi anlamda
olursa olsun güzellikler sevdiklerinle paylaştığın sürece bir anlam kazanıyor.
Anılar biriktirmek bir ilişkinin tartışılmaz en önemli mihenk taşlarından biri.
Bu konserde de konseri veren kişilerin biriktirdikleri
anıları bizlere sunuş biçimi kadar bizlerinde anılarında yer etmiş bir çok şeyi
yakalayabilme anı sanırım konseri daha da büyüleyici bir hale soktu.
Çok az konser vardır ki seyirciyle bir bütün oluşturabilsin,
işte bu konser seyirciyle bir bütün oluşturabilen ender anlardan biriydi.
Konser öncesi ve konser sonrası dostlarla birlikte yaşanan
ve anılar hanesine yazılan güzelliklerin sınırlı olduğunun bilincinde olabilmek
ne acı…
Bir süreliğine güzellikleri yaşayabilen herkes eğer
gözlerini ve kulaklarını kapatmamışsa mavi gezegende bu anların sınırlılığı
karşısında çaresizdir.
Yine insanlar ölmüştür, ya da öldürülmüştür…
Yine insanlar göçe süreklenmiştir, kayıplar yaşamıştır…
O kadar çok ki bu acılar…
İşte tam bu aşamada gelgitler yaşarken bir arkadaşımın yorumuna denk geliyorum. Hiç te farklı düşünmediğimden aynen aktarıyorum
düşüncelerini;
“Kifayetsiz Muhterislik
Evrenin akıl almaz ölçeğinde mavi bir noktadan ibaret dünya.
Okyanustaki bir kum tanesi büyüklüğünde. 4,5 milyar yaşındaki bu mavi noktada,
bu toz zerresinde; sıcaklık, bitki örtüsü, iklim vs. birtakım koşullarda
uygunluk oluştuğundan tıpkı kuşlar, kediler, bitkiler gibi dünya üzerinde yaşayan
bir türüz. Önü arkası, hepsi, her şey bundan ibaret. Bir gün bu denge değişecek
ve hepimiz yok olacağız.
Antropologlarca dünyada bugüne kadar 110 milyar insanın
yaşadığı tahmin ediliyor (şu anki dünya nüfusu 7 milyar)
Durum apaçık ortadayken bu acılar, bu cinayetler, bu
kavgalar, bu hırs ve ihtirasımız neyedir? Bu mürailiğimiz, bu kibrimiz kimedir?
Evren ölçeğinde bir kelebeğin bir günlük ömrü kadar dahi
ömrümüz yokken öğle vakti başka bir kelebeği öldürmeye çalışmak, işkence etmek
en mükemmelinden bir saçmalık; kavgaya tutuşmak, çalım satmak, egomuzu
çarpıştırmak en mükemmelinden bir aptallık değil midir?
Kısacık ömrümüzde insanlar başka insanların ihtirasları
sebebiyle niye katlanılmaz acılar çekmek zorundalar.
Fuzuli'nin deyişiyle;
Yaşımla perveriş buldum, yaşımla mahvolup gittim.
Nilüfer idim suda bittim. Suda yitip gittim ben.”
Suda yitip gitmeyelim. Yiticeğimiz yer sanatın girdabı
olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederiz.
Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.