Birey olma süreci içerisinde kendimize rol-model aldığımız
kişilerin varlıkları önem taşımaktadır.Hepimizin yaşamı içerisinde yakın
çevremizden olduğu gibi kendimizce önemli gördüğümüz çok uzağımızdaki kişilerin
de bu gelişim sürecimiz içerisinde önem taşıdığı başka bir gerçekliktir.
Kuşkusuz birey olabilmemizde, doğru ve gerçekçi bakış açısı kazanmamızda
sanatın tüm dalları olumlu etki yapan unsurlardan biridir. Doğal olarak sanatın
içerisinde yer alan sanatçılar zaman zaman özellikle bu dönemlerde “idol”
olarak karşımıza çıktığında, idolleştirdiğimiz kişilerin davranış biçimlerini,
söylemlerini kullanmadığını söyleyebilecek kişiler azınlıktadır.
Marlon Brando benim idollerimden biridir.
Onun idolüm olmasında etken olan bana göre bir çok özellik
vardır. Bu özelliklere geçmeden önce kişilerin birey olma serüveninde önem
taşıyan kişilerin söylem ve davranışlarını abartarak neredeyse “alıntı” yaşam
süren insanların da varlığını ortaya koymak gerekiyor. Müzikte bir eseri çok
daha güzel hale getiren unsurların başında nüans geliyorsa ve nüansların doğru
zamanda doğru biçimde kullanılması sayesinde esere anlam ve derinlik nasıl
kazandırılıyorsa, aynı şekilde bu süreç içerisinde abartıya kaçışta kişinin
kendisi olamaması sonucunu beraberinde getiriyor.
Kendisi olamayan bir çok insan ya da sanatçı var.
Marlon Brando kendi özel yaşantısıyla değil, izlediğim tüm
filmlerindeki özgün karakterleri olağanüstü bir gerçeklikle aktarabildiği, her
filminde insana ait farklı özellikleri son derece doğal ve akışkan bir biçimde
ortaya koyduğu, kimseye benzemediği, yani alıntı bir yaşam sürmemesi sebebiyle
benim idollerimden biri olmuştur.
20. yüzyılın en önemli sinema oyuncusu olarak gösterilen
oyuncu 3 nisan 1924 tarihinde dünyaya gelmiş ve 1 temmuz 2004 tarihinde aramızdan
ayrılmıştır.
Kendisine sadece oyuncu demek bence en büyük haksızlıklardan
biri olur diye düşünüyorum. Dünya genelinde olup biten olumsuzluklara karşı
duyarlılığının yanı sıra bu anlamda tepki koyabilen bir aktivisttir aynı
zamanda.
Sanat kariyerine tiyatroyla başlamış olan oyuncu New York'ta Lee Strassberg, Elia Kazan ve
Emir Zahirovic'den senelerce oyunculuk dersi almasına rağmen sanat yaşamındaki
gelişiminde en büyük etkiyi Stella Adler yaptığını aktarır bize.
Bir çok filmde gösterdiği olağanüstü performansla gerçekten
sinema tarihinde güçlü karakterin ne denli önem taşıdığının en önemli
göstergelerinden biridir. Sanat dünyasında özellikle sinema dünyasında yer
aldığı tarihten itibaren alışagelmiş oyunculuk kalıplarının dışına çıkarak bana
göre sinemanın gelişiminde en büyük katkıyı sağlayan oyunculardandır.
Kuşkusuz onun ünlenmesinde en büyük katkıyı yapan filmi 1951
yılında rol aldığı İhtiras Tramvayı adlı filmdir. Ancak bu filmden önce rol
aldığı The Men ilk filmi olmasına rağmen gösterdiği performansla geleceğe adınının
farklı bir şekilde yazılacağının ip uçlarını vermektedir.
Özellikle 1954 yılında çekilen Rıhtımlar Üzerinde filmindeki
performansı da 20. Yüzyılın en güçlü oyuncusu olarak isimlendirilmesinde etken
olan filmlerden bir tanesidir.
Genel olarak tüm dünya da tanınması The Godfather filmiyle
gerçekleşmiş olmasına rağmen bana göre onu devleştiren bu filmdeki başarısından
çok, filmin sonunda kazandığı Oscar heykelciğini ret etmesi ve buna gösterdiği
nedenler olmuştur.
Evet bu büyük oyuncu 1973 yılında kendisine verilen Oscar
ödülünü Kızılderililere karşı yapılan soykırımı ve katliamları, daha doğrusu
yapılan çarpık siyaseti ortaya koymak adına kabul etmemiştir.Bu anlamda Oscar
törenine gitmeyerek yerine Kızılderili Sacheen
Littlefeather aktör adına bir konuşma yapmak istemesine rağmen bu konuşmanın
tam metni kendisine yaptırılmamıştır. Bir sürü engellemeye karşılık Littlefeather
birkaç sözcük söylemeyi başarmış olsa da Brando’nun basına yansıyan bildirisinde çok daha fazla şeyler
vardır.
“200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı
için savaşan yerli halka şöyle dedik:
‘İndir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. İndirirsen
eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına.’
Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik. Onlara
yalan söyledik.
Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Hiçbir zaman
sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar
diye onları açlığa mahkûm ettik.
Ve onları, yalnızca yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir
süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi nasıl
yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın: biz doğru
davranmadık.
Ne dürüst olduk ne de adil davrandık.
Onlara ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de
antlaşmalarımıza sadık kalmak.
Çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına
saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya
çalışırken yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu.
Onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlaksızlıklarımız
erdem oluyordu!
Fakat bu sapkınlığın ulaşamayacağı bir şey var; o da tarihin büyük hükmü. Emin olun tarih bizi yargılayacaktır.
Ama umurumuzda mı?
Bu nasıl bir ahlaki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi
için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar
taahhütlerimizi yerine getirdiğimizi haykırırız da, tarihin tüm sayfaları ve
Amerikan yerlilerinin son yüzyıl boyunca geçirdiği tüm o aç, susuz günler ve
geceler bu sesin dediklerinin tam tersini söyler.
Görülen o ki bu bizim ülkede ‘komşunu sev’ ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hale gelmiş ve tüm yaptığımız, gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur.
Görülen o ki bu bizim ülkede ‘komşunu sev’ ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hale gelmiş ve tüm yaptığımız, gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur.
Belki de şu anda kendi kendinize, ‘hay aksi şimdi bunun
akademi ödülleri ile ne ilgisi var canım‘ diyorsunuz.
‘Bu kadın burada ne arıyor, hem akşamımızı berbat etti hem
de bizi ilgilendirmeyen konularla yaşamlarımıza girdi, üstelik umurumuzda bile
değil.‘
Sanırım bu sorulmamış soruların cevabı, sinema dünyasının da
en az diğerleri kadar Kızılderilileri küçük düşürmekle, onları vahşi, düşmanca
ve kötü göstererek karakterleriyle alay etmekle sorumlu olmasında yatıyor.
Bu dünya çocukların büyümesi için zaten yeteri kadar zor.
Kızılderili çocuğu televizyon izlerken film de izler ve
soyunu filmlerde anlatıldığı gibi görünce o zihinlerin nasıl zedelendiğini
bilmemiz mümkün değildir.
Geçenlerde bu durumu düzeltecek bir kaç sendeleyen adım
atıldı ancak, çok az ve çok aksak.
Öyle ki bu mesleğin bir üyesi olarak, bir birleşik devletler yurttaşı olarak bu gece bu ödülü kabul etmek içimden gelmedi. Bu ülkede şu anda ödül almak ya da vermek, Amerikan yerlilerinin durumları önemli oranda düzeltilmediği sürece uygun değildir.
Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından onların
celladı da olmayalım.
Bu gece doğrudan sizinle konuşuyor olabilirdim ancak
ırmaklar aktıkça ve otlar büyüdükçe onursuz kalmaya devam edecek bir barışın
kurulmasını engelleyebilmek için elimden gelen yardımı yapmakla daha yararlı
olabileceğimi hissettim.
Ümit ederim ki şu anda dinleyenler bunu kabalık olarak
addetmez ve bu toprakların üzerinde tüm insanların özgür ve bağımsız kalma
hakkı olduğuna inandığımızı söylemeye hakkımız olup olmadığı gibi önemli bir
konuda dikkati çekmek için yapılmış samimi bir çaba olarak görürler.”
Gerçekten tamamiyle inandığı gibi yaşamak isteyen , inandığı
değerlerle var olduğunu ortaya koyabilen, riski göze alabilen, kendine özgü,
alıntı yaşamı olmayan müthiş bir insanın inanılmaz ifadesidir bunlar.
Benim için ,çok fazla konuşulmasa da hatta Marlon Brando
oynamamış olsa çok fazla önemi yok diye adlandırılan The Men filmi gerçekten
önemli filmlerinden biridir. 2. Dünya savaşında ciddi bir şekilde yaralanmış
bir askeri canlandırdığı bu filmde, onun gerçekten böyle bir savaşta yaralanmış
ve bacaklarını artık kullanamayan bir asker olarak algılarsınız. Tüm mesele
artık bacaklarını kullanıp kullanamama meselesi de değildir. Erkek dünyasında odak
noktası olduğu kabul edilen bir olgu olarak cinselliğin de bu koşullarda
olumsuz hale gelmesi sebebiyle, duyulan sancı ve yıkımı Marlon Brando’nun tüm
hücrelerinde görebilirsiniz. Hatta öyle ileri bir boyuta taşır ki; üzerinde
sayfalar dolusu yazı yazabileceğiniz bir düşüncenin girdabında kaybolmuş gibi hissedersiniz.
Belki de en fazla konuşulan filmlerinden biri de Paris’te
Son Tango’dur. Aslına bakarsanız filmden önce kitabını okumakta fayda vardır.
Bir kitabın aslının asla çekilemeyeceğinin kanıtı gibidir film.Bazen kitap çok
daha üstün gelir filmden ya da tam tersi. Bu filmde ise Marlon Brando’nun usta
oyunculuğu karşısında filmin kitabın çok daha ötesine geçtiğini bizlere
kolaylıkla gösterebilir. Dönemin koşullarında belki bu dönemde de sınırları
zorlayan bir film gibi algılansa da filme salt cinsellik olgusuyla
bakılmayacağını ve Marlon Brando’nun usta oyunuyla derinlerde yatan felseyi
yakalayabildiğin de asla unutulmayacak filmlerden biri olduğu gerçeğini ortaya
koyar.
Ancak söz konusu Marlon Brando olduğu zaman aklıma gelen ilk
film kuşkusuz Apocalypse Now yani
Kıyamettir.
Alıştığımız Vietnam Savaşı konulu filmlerde o döneme kadar
başarılı, haklı ve madur durumdaki Amerikan askerlerinin konumunu anlatmak
yerine savaşın dehşetini, insan üzerindeki etkilerini ilk kez bu denli
derinlikli bir biçimde aktaran film olması kadar filmde kullanılan müzikler,
filmde kullanılan sürrealist özellikler ve gerçekten yine inanılmaz bir rol
yeteneğiyle savaşın ve savaşın etkisini fotoğraflarla değil, bizzat
yanıbaşımızda ta içimizde hissetmemize olanak tanıyan Marlon Brando’nun
varlığıyla bugün dahi gözlerimizi kapattığımızda onca fotoğrafçının
fotoğrafları yerine Marlon Brando’nun yüzündeki ifadeleri görebileceğimiz
müthiş bir filmdir.
Ve Stevan Riley
yönetiminde Listen to me Marlon adlı belgesel yapım bu dahi oyuncunun yaşamına
doğru bir ışık açarken, belgesel yapımında da yeni bir çığır açmış gibi
gözükmekte.
İzlenmesi, bir kez daha izlenmesi ve sonra aralıklarla bir daha izlenmesi gereken bir baş yapıt…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederiz.
Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.