4 Eylül 2013 Çarşamba

Yusuf Atılgan




Türk Edebiyatının en önemli isimlerinden biri kuşkusuz Yusuf Atılgan'dır. Gerek öyküleri, gerek romanlarıyla baştacı ettiğim yazarlardan.Yazılarında inanılmaz bir sadelik olmasına rağmen kullandığı dil bu sadeliği inanılmaz bir derinliğe sürükler. Anlatımındaki sadelik olağanüstü kurgu yeteneğiyle herkes için son derece sıradan ya da alışagelmiş davranışları bir şiirselliğe dönüştürür. Her okuyuşumda ayrı bir tat aldığım ender yazarlardan. Çok sevdiğiniz birini özlediğiniz gibi onun da cümlelerini özlersiniz. Bu sebeple eserlerini kaç kere okuduğumu açıkcası hatırlayamıyorum.

Köye, kasabaya, şehire ait tüm insanları en ince ayrıntılarıyla ele alıp, insana ait hemen her davranış, düşünce ve duyguyu çok temiz bir dille aktarabilen ender yazarlarımızdan. onun kaleminden ümitsizlik, yalnızlık, iletişimsizlik, bunaltı gibi kavramlar farklı bir şölene dönüşüyor açıkcası.

Nicel olarak bizlere çok fazla eserler vermemiş olsa da nitel olarak yazdıklarıyla tüm ömrümüze yetecek duygu ve düşünceyi veren edebiyatçı 27 Haziran 1921 de Manisa'da dünyaya geldi.Balıkesir Lisesi'ni ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Akşehir'de Maltepe Askeri Lisesi'nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı.Üniversite öğrenciliği sırasında Türkiye Komünist Partisi'ne katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak ceza kanunu'nun 141. maddesi uyarınca hapse mahkûm edildi. Altı ay Sansaryan Han'nda, dört ay da tophane cezaevi'nde olmak üzere on ay hapis yattı.

26 Ocak 1946’da serbest kaldı, öğretmenliği de elinden alınmıştır. 1946 yılında Manisa'nın Hacırahmanlı Köyü'ne yerleşerek çiftçilik yaptı. 1976'da İstanbul'a döndü danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yaptı. Yazımı devam eden Canistan adlı romanını tamamlayamadan kalp krizi nedeni ile İstanbul,Moda'da 9 Ekim 1989 yılında öldü.

Eserleri;

Roman

    Aylak Adam (1959)
    Anayurt Oteli (1973)
    Canistan (2000)

Öykü

    Bodur Minareden Öte (1960)
    Eylemci (Bütün Öyküleri, 1992)
    Çocuk Kitabı: Ekmek Elden Süt Memeden (1981)

Çeviri

    Toplumda Sanat (K. Baynes; 1980).

Piyes

    Çıkış Gecesi (Barıman yayınevi, İst. 1947)

Kitaplaşmamış Öteki Yazıları

Şiirleri :


    Ölü Su (şiir) Yazı, Sayı 1,1978.
    Ayrılık (Şiir) Milliyet Sanat Dergisi, sayı 1, Şubat 1980.

Çeviri Şiirleri :


    Gözler, (Şiir) Ezra Pound'dan, Yusuf Atılgan'a Armağan, s.129-130
    Bir Yerde Hiç Gitmediğim, e.e.cummings'ten, Yayımlanmamıştır.

Çeviri Yazıları :

    Kierkegaard'dan (Korku ve Titreme'den),Değişim, Sayı 2
    Kierkegaard'dan (Günce'den), Değişim, Sayı 1
    Kierkegaard'dan (Ölümcül Hastalık'tan), Değişim, Sayı 7

YKY tarafından öyküleri; " Bütün Öyküleri" başlığında toparlanmıştır. Bu kitapta tüm öyküler gerçekten farklı bir tat bırakırken damağımızda; "Kümesin Ötesi" adlı öyküsü benim için ayrıcalıklıdır. Hangi zaman diliminde olursak olalım burada geçen cümlelerin hepsi geçerliliğini daima koruyacaktır.







Kümesin Ötesi


Kendimi bildim bileli öteki dört tavuk, bir horozla hep bu daracak avludayız. Çevremizi bana pek yüksek gelen yapılar,duvarlar kuşatıyor. İki kapı var bu avluda. Birisi gelip geçen insanlar, arabalar, beni hem korkutan, hem meraklandıran seslerle dolu sokağa bakanı. Bu kapının açıldığını görmedim hiç. Arkasında kocaman bir palamut kütüğü dayalı. Öteki, yapılardan yana olanı. her gün iki üç kere açılıyor; genç bir kadın bize yem atmaya geliyor. Akşamları bizi kümese kapıyor. Kümes küçücük, ama bize yetiyor. Gecelerden birinde dışarda hızla geçen bir arabanın gürültüsüne uyanıyorum. Kümes titriyor, biz ürperiyoruz; korkulu sesler çıkarıyoruz. Bütün gün bizi döven, kovalayan horoz da korkuyor; farkındayım. Sevmiyorum bu horuzu. Hepimiz korkuyoruz ondan. Sabaha karşı acı acı, ince bir sesle ötüyor. Uzaklardan başka horoz sesleri de geliyor. Daha güzel daha tatlı geliyor bana bu sesler. Merak ediyorum bu uzak horozları. Nasıllar, neredeler, bu duvarların ardında ne var? Bütün gün içimde hep bu merak öteki tavuklarla kavga ediyorum.

Daracık kümesten fırladığımız saat günün en iyi zamanı. Kimi günler genç kadın bizi bağırta bağırta teker teker bırakıyor kümesten. Elinde bir makas, kanadımızdan tüyler kesiyor. Uçup da kaçmayalım diye olacak, diyorum. Eskiden çok korkardım bu makastan. Kadından da korkardım. Gene de biraz korkuyorum ondan. Oysa iyi bir insan. Sabahları yem yerken bizi seyrediyor. Bitirdik mi bir avuç buğdayı bize uzatıyor. "Geh, geh" diyor. "Gelin de avucumdan yiyin, gelin" Biz hepimiz de açgözlü, ama yanaşmaktan korkarak öyle, tetikte, güvensiz bekleşiyoruz.

Bir gün horozdan kaçarken doymamış, kadına korka korka hepsinden çok yaklaştım. "Gel, gel, korkma" dedi. "Gel bak ne güzel, iri buğdaylar. Gelsene!" İki adım daha attım, bana uzanan avuçtaki buğdayları gagaladım. Ben içimde bir tedirginlik, bir güvensizlik, yüreğim küt küt, şaşırmış, öylece durdum. Bu güvensizlik, bu yürek çarpıntısı neden bilmem?

Artık her gün sabahları kadın bana avucunu uzatıyor. Ötekilerde ayırıyor beni. " gelsene beyazcık" diyor. " Bak bugün ne var avucumda ?" Ben yaklaşıyor; avucundaki kuru üzümleri gagalıyorum. Kadın bei okşuyor. İçimde hep o ürperti, yüreğim çarpıyor. Kadın gitti mi ötekiler şaşırmış; " Nasıl yaklaşıyorsun korkmadan? " diyorlar. Arlarında gıdaklıyorlar. benden uzak duruyorlar. Horoz üstüme atlayıp başımdan tüyleri yoluyor. " Pis tavuk" diyor. " Kadının avucundan yem yedin diye kendini bir bok mu sanıyorsun? "

Benim kendimi bir şey sandığım yok. Yalnız bir gökyüzü parçasının göründüğü daracık yer canımı sıkıyor. Bazı günler bu gökyüzü bulutlarla kaplı oluyor. Durmadan yağmur yağıyor. Kümese sığınıyoruz. Bu yağmur patlatacak beni.Avluda biriken sulara bakıyoruz. Arada bir horoz acı acı bağırıyor sıkıntısından. Yanımdaki tavuk yan gözle bana bakıyor. "Heh, heh " diyor alaylı alaylı. Belli o da sevmiyor bu horozu. Uzak horoz sesleri ona da hoş geliyor. Ben de " Heh, heh " diyorum içimden. "Pis kötü yaratık seni. Sesi kısılası geberesi seni." Horoz habersiz, kanatlarının altını gagalıyor.

Geçenlerde bir akşam üstü kadın yanında bir adamla geldi avluya. Ayağında kocaman bir sargı vardı. Biz yiyecek bir şey sanarak koştuk, sargıyı gagaladık. Adam kakır kakır güldü. Kadın, " Kışşş, kör olasılar" diye bağırdı. " Aç şeyler, ayağımı mı yiyeceksiniz?" Onun da yüzü gülüyordu. Yemleri serpti. Adam; "Keselim şu mendeburları" dedi. "Bir çuval buğday yediler, daha yumurta yaptıkları yok." "Küçük daha onlar" dedi kadın, "Baksana küçük daha. Hele büyüsünler, hele havalar ısınsın, gör bak nasıl yumurtlayacaklar."

Kapı arkalarından kapandı. Ben çabuk çabuk buğday yutarken adamın sözlerini düşündüm. Şu kesmek dediği neydi acaba? Kanatlarımızı mı kesecekler? Ya yumurta, nasıl yapılır yumurta? Şu ayağı sargılı kadını sevindirecek bir şeyler yapmak isteği var içimde. Çoktan beri kanatlarımı da kesmiyor. Ama adamın sözlerinde bana yabancı gelen, beni tedirgin eden bir hava var. Bütün gece uyudum uyandım hep canım sıkıldı durdu.

Bugün bir şeyler oldu. Sabah yemini yedikten sonra, gene o her zamanki iç sıkıntısıyla damlara bakarken şu kümesin üstüne atlasam diye düşündüm. Kanatlarımı çırpıp sıçradım. Kendimi kümesin üstünde görünce şaşkınlıktan bağırmışım. Ötekiler de bana bakarak bağrıştılar. Kümesin üstünden öteki kocaman dama uçmak daha kolay. Bir daha sıçradım bağıra bağıra. Kiremitlerin üstünde yavaş yavaş karşı yana yürüdüm. İçimde bir genişleme, yüreğimde hızlı bir çarpıntı başladı. Bizim yaşadığımızdan çok daha büyük bir avlu göründü gözlerime.Baktım bunun da dört yanı bizimki gibi duvarlarla çevrili. Ama bu başka; içinde yaprakları dökülmüş kocaman ağaçlar var. Topraklar yemyeşil otlarla kaplı. Bu duvarların ardında bundan da büyük avlular vardır dedim. Sonra uzaktan sesi gelen horozların yaşadığı bir yer olacak. Bulacağım orasını.

Kanatlarımı açıp avluya atladım. Atlar atlamaz dondum kaldım. Hiç görmediğim koca kafalı, tüylü bir hayvan bağırarak üstüme atladı. Sipsivri dişleri, pırıl pırıl gözleri vardı. Sırtımda bir acı duydum. Bize yem veren kadın bağıra bağıra koşuyordu. ben korkmuş, büzülmüş kımıldamadım bile. Geldi, beni kucağına aldı. " Edepsiz köpek seni" dedi o hayvana. "Pis seni. Öldürecektin tavuğu."

Baktım köpek bacaklarına sürtünüyor, yaltaklanıyor. Kadın köpeğin karnına bir tekme attı. "Defol" dedi. Sonra beni karanlık yerlerden geçirerek, o daracık avluya taşıdı, kümesin içine bıraktı. " Yaramaz, bir daha kaçma emi? " dedi.  Uzun zaman kımıldamadan kümeste kaldım. Ötekiler arasıra gelip " Ne oldu, ne var oralarda ? " diye sordular. Karşılık vermedim. Akşam yemeğini yedik. Kadın kümesi kaparken bana bakıp " Şükür iyi " dedi.

Şimdi alaca karanlıkta gözlerimin bir şey görmediği kümesin içinde, köşede büzülmüş dışarı dünyayı düşünüyorum. Tavuklar "anlatsana, ne var ötede? " diye durmadan gıdaklıyorlar. Ben ağaçları, otları, köpeği anlatacağım sıra horoz bağırıyor; "Kesin be kancıklar, ne olacak ötede? Görmediniz mi hışırı çıkmış. İşte kaçmanın sonu bu" diyor. Hep susuyorlar. "Pis, kötü yaratık" diyorum içimden, "Geberesi"

Horoz bu dört duvar arasından hoşnut. Yiyip içip üstümüze atlamak yetiyor ona. Ama ben her zamandan çok şimdi kocaman avluların özlemini duyuyorum. Duvarların ardında, o uçsuz bucaksız dünyada daha iyi tavuklar arasında , daha anlayışlı horozlarla geçecek günlerin özlemiyle doluyum. Bıktım buradan. Kaçacağım. Ama köpekler varmış, başka canavarlar varmış, olsun. Bu defa kanatlarımı açar uçuveririm, hırpalatmam kendimi onlara. Şimdi de bir şeyim yok. Yalnız ensem sancıyor az az. Hele o geçsin, hele kanatlarım az daha uzasın kaçacağım buradan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.