28 Ekim 2012 Pazar

Çığlıklar ve Fısıltılar / Cries and Whispers



Ingmar Bergman 14 Temmuz 1918 tarihinde dünyaya gelmiş, 30 Temmuz 2007 tarihinde aramızdan ayrılmış  İsveçli oyun yazarı ve film yönetmenidir. Benim de sevdiğim yönetmenlerden biridir. Kadınlardan yana oluşu ve filmlerinde daima kadınlardan yana tavrını koymuş olması ilgi alanıma girmekle birlikte filmlerindeki kendine özgü yapı da onu sevmemdeki nedenlerdendir.

Belki de eleştirebileceğim tek tarafı, hemen her filminde aynı kadın sanatçılarla çalışmış olmasını gösterebilirim. Bu sebeple ard arda değil de  araya başka yönetmenlerin filmlerini alarak takip ettiğim yönetmenlerdendir.

Çığlıklar ve Fısıltılar en son izlediğim filmlerinden biri. Filmi  izlemeye başladığınız andan itibaren ilk gözünüze çarpan şey "kırmızı " renktir. Filmin sonuna kadar da bu rengin hakimiyetini hemen her sahnede görebilirsiniz. Bunun nedenini merak ederken yazmış olduğu  Görüntüler isimli kitabında bu konuyla ilgili bir açıklamayı hemen eklemeliyim;

"Çığlıklar ve Fısıltılar dışındaki bütün filmlerim siyah ve beyaz şeklinde düşünülebilir. Senaryoda, kırmızı, benim için ruhun içini temsil etmektedir. Çocukken ruhun bir ejderha, mavi bir duman-yarı kuş yarı balık geniş kanatlı bir yaratık - gibi gökyüzünde hareket eden bir gölge olduğunu hayal ederdim. Fakat ejderhanın içindeki her şey kırmızıydı”

Kendi cümleleriyle bunu açıklarken filmi izlemeye devam ettiğiniz sürece etrafta boy gösteren kırmızı renkte; nefret, aşk, tutku, ihanet gibi kavramları da kırmızıyla çok kolaylıkla birleştirebilirsiniz.

Detaylara girmeden önce filmin künyesini vereyim;





Yönetmen: Ingmar Bergman   

Ülke: İsveç İsveç

Tür: Dram | Romantik

Vizyon Tarihi:
21 Aralık 1972 (ABD)

Süre:
91 dakika

Dil: İsveççe, Almanca, Danimarkaca

Senaryo:
Ingmar Bergman   

Görüntü Yönetmeni: Sven Nykvist   

Yapımcılar: Lars-Owe Carlberg   

Müzik;
Owe Svensson,

Oyuncular;
Liv Ullmann, Ingrid Thulin, Erland Josephson, Harriet Andersson, Kari Sylwan, Georg Årlin, Lena Bergman, Henning Moritzen, Anders Ek, Inga Gill

 

Her filminde olduğu gibi bu filmde de Bergman insan ruhunu öyle gözler önüne sermiş ki filmde ruha uygulanan bir otopsiyi izlediğimi söyleyebilirim.

Film; dört kadının hikayesini anlatır.

Agnes hastalığından dolayı yatağına mahkum ölümü beklemektedir. Bu süre zarfında onu yalnız bırakmayan kardeşleri ve sadık hizmetçisi Anna onun kader yoldaşları olmuştur. Agnes ölüme doğru yaklaştıkça Karin, Maria ve Anna’da kendi geçmişlerinin verdiği yaralarla ve pişmanlıklarla meşgul olmaya başlarlar. Öyle ki içlerindeki fısıltılar bir süre sonra çığlıklara dönüşecek ve Agnes’ın acılarını göremez hale geleceklerdir.

Açıkcası yalnızlığın bu denli güzel anlatıldığı ender filmlerden diyeceğim.

Filmde Agnes hastalığı nedeniyle ölüm döşeğindedir ama diğer kadınlarada içinde bulundukları yalnızlık penceresinden baktığımızda onlarında yaşadığı  pek söylenemez.

Filmin baş rol kahramanı Agnes  hasta olmasına ve çektiği tüm o acılara rağmen asil şövalye görünümündedir . Acısını ketum bir şekilde  ve nezaketini hiç bozmadan çeker. Hemen herkesin mutsuz olduğu filmde ölüyor olmasına rağmen içinde taşıdığı sevgi ve özellikle tanrı sevgisi sebebiyle belki de en mutlu olan karakterlerden biridir.

Kardeşleri olan Karin ve Maria ise ona dokundukça kendi  içlerinde saklı kalan duyguları  ortaya dökmenin verdiği sıkıntıyı yaşarlar. Eşleri ve toplumun onlara verdiği saygınlıkla yaşarlar ama  içlerinde taşıdıkları yalnızlıklarıyla dişiliklerini de eşleriyle birlikte yaşayamamış olmanın verdiği acıyı da taşırlar.

Karin dokunulmamanın, şefkatsizliğin acılarını taşır ruhunda. Sevilmek istemektedir ama  dokunmak onda acıya ve şiddete eşit değer taşımaktadır. Bu sebeple hep içinde fısıltı olarak kalan bir çok şey kardeşinin hastalığı sırasında çığlığa dönüşecektir.

Maria ise dokunmaya duyduğu açlığı döker her fırsatta. Onda da yaşadığı hayatın verdiği tatminsizlikler vardır. Ama içinde bulunduğu durumu  kendisine bile itiraf edemeden  mutluymuş edasıyla devam eder yaşamına.

Bu dört kadın arasında belki de hasta Agnes e en büyük ilgiyi ve sıcaklığı veren kişi hizmetçi Anna dır. O da kızını kaybettiği için kızına karşı duyduğu özlemi giderebilmek amacıyla  anne sevgisi şeklinde hasta Agnes'e  sarılmıştır.

Oyuncuların hepsinin birbirinden güzel sergilediği performans sayesinde, çok fazla konuşmanın geçmediği filmde yalnızlığı, öfkeyi, tutkuyu, yalanı hemen her sahne de yaşama ait gerçeklikler şeklinde görebiliyoruz. Yakın çekimlerde sanatçıların yüzlerine yansıyan her türlü duyguyu da kendi içimizde kolaylıkla icsellestirebiliyoruz.





Ölüm ise son derece titiz bir anlatımla seyirciye sunulurken hepimize kendi kayıplarımızı hatırlatan özelliğiyle dikkat çekiyor

Ve bu film yalnızlığını yaşayan insanların fısıldamalarının nasıl çığlığa dönüştüğünün en güzel aktarımlarından biri.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.