İnsanlar ve filler üzerine birkaç hortum dolusu sızlanma..
Bir denklemle başlarsak sonraki gidişatın özünü baştan
verip çoğu tembel okuyucuyu onca kelime yığını içerisinde bata çıka bir şeyler
çıkarmaya çalışma derdinden peşinen kurtarmış oluruz.
Beklenti = Hayal kırıklığı
Ki tersi de gayet geçerlidir. Tüm hayal kırklıklarını
yapıştırmaya kalkışsaydık eğer kamyonlarca GERÇEKLEŞEN BEKLENTİLER
yapıştırıcısından gerekirdi ve bunları almaya yetecek kadar umut
toplayabileceğimizden ise büyük şüphelerim mevcut.
Evet, illaki bir şeyler çıkarmak isteyenlerin beklentilerini peşinen karşıladığımıza
göre yolumuza devam edebiliriz artık.
Sanırım on onbir yıl önceydi her şeyin başlamasına sebep olan
olaylar zincirinin başlaması. Her genç gibi her genç kadar mutsuz ve sıkılgan
bir halde televizyon denilen sıkıntıyı geçirmesi beklenen ama aksine daha da
sıkıntı veren aletin başında kanalları peşi sıra değiştirirken kocaman kulakları ve kocaman burunları ile bende onlara dair ilk ve belki de en kalıcı izi
oluşturan bir belgeselde kalakaldım.
Daha önce duyardım ve bana saçma gelirdi : bir kitap okudum, bir film izledim hayatım
değişti.. Tamamen zırvaydı. Ama işte tam o an, hayat bir anda kulaklardan
önce ve sonra diye ikiye ayrıldı benim için. Öyle çok duygusal ya da hüzünlü değildi öykü hatta tam
aksine başlarında yetişkinleri olmayan, hormonları çıldırmış bir şekilde
çiftleşmek için dişi arayan, bulamayınca gergedanlarla çiftleşmek isteyen ve
tabii ki doğanın gereği olarak gergedanlar tarafından reddedilen ve yaşadıkları
gurur zedelenmesinin de etkisiyle gergedan katliamına başlayan genç erkek
filleri anlatıyordu.
Beni neden bu kadar etkilediğini anlamam sanırım birkaçtan
fazla seneme mal oldu. Bu sebeple hemen aceleci olup bunun neyinden etkilendin?
diye sormadan önce sabretmenin ne kadar anlamsız bir erdem olması üzerine ufak
çaplı bir düşünce fırtınasına şemsiyesiz girme tehlikesini göz önünde
bulundurarak peşinen sabretmeniz yararınıza olacaktır.
Sebebini anladığımda aslında bir fil olduğumu ve onların
yanında kendimi daha iyi hissettiğimi fark etmem çok gecikmedi. Ve biriktirmeye
başladım. Biriktirmeye sonra geleceğiz
ama önce zamanla fark ettiklerimle başlayalım.
Herkesin ilk aklına gelen, o dönemde benimde hormonları
çıldırmış bir erkek olmam gerçeği benimde ilk aklıma gelenlerden biriydi ama bu
tek başına bu kadar etkileyemezdi sanırım beni. Yetişkinsiz, yol göstericisiz büyümek? Ailem hep
yanı başımdaydı ama sanırım kuyruklarına hortumumu bağlayıp peşlerinden gitmeme
pek elverişli değildiler. Sanırım beni en fazla etkileyen şey bu acımasız
dünyada tek başına yollarını bulmak zorunda olmalarıydı.
Belgeselde sapkın fil dostlarımızın ilginç hikâyeleri henüz
bebekliklerinde başlıyordu. İnsan denilen yaratıkların kendi aralarında iç
savaş olarak adlandırdıkları anlamsız vahşet zamanlarında doğmuşlar ve
anneleri, anneanneleri gözlerinin önünde vahşice öldürülmüştü. Ve yine insan
denen garip mahlukattan bir kaçının gönlü razı olmamış ve onlarca yetim yavruyu
oradan uzaklaştırıp bakım merkezlerine yerleştirmişler ve orada karınlarını
doyurup onları hayatta tutmuşlardı.
İşte tam bu noktada gözden kaçırdıkları (ki sanırım fil ve
gözden kaçırmak güzel bir komedi filmi ismi olabilir ancak) fillerin inanılmaz
hafızalarıydı. Onlarla ilgilenmek ya da hayatta kalmalarını sağlamak
yaşadıkları vahşeti unutturamazdı ki.
Tam bu noktada neden bir insandan daha fazla bir fil
olduğumun ilk dayanak noktasını keşfediyordum. Ben unutmuyor, unutamıyordum. Sürekli
bir şiddet sarmalı gerek psikolojik gerek fiziksel olarak etrafımı sarmışken
ailemin bana sarılması gördüklerimi, duyduklarımı ve hissettiklerimi
silemiyordu hafızamdan.
Bakım evinde büyüyen fillerin yeteri kadar büyüdüklerine (bedensel
olarak sanırım çünkü filler hiçbir zaman büyümez) karar verildiğinde doğaya (etrafı
çitlerle çevrili bir milli parka) salınıyorlardı. Filler yaklaşık olarak 14-15
yaşında çiftleşecek erginliğe ulaşırlar ama fiilen kızışmaları ve çiftleşmeye
başlamaları yirmili yaşları bulur. Ama salınan bu koca oğlanlar henüz birer
çocuk olmalarına rağmen doğalarında olmayan bir ruhsal travma bedensel
yapılarını bozmuş ve çok erken kızışmışlardı. Sanırım insan dünyasındaki çok
acı çekenlerin çabuk büyüdükleri önermesi filler içinde geçerli oluyordu ve çok
erken olgunlaşıyorlardı.
Ve ben seneler sonra fark ediyordum yaşıtlarımla neden bir
türlü anlaşamadığımı. Bende koca kulaklı dostlarım gibi çabuk büyümüştüm. Tabi bunu
iki yaş büyük ablamın kıskançlık krizleri sonucu emekleyen kardeşinin üstünde
tepinmesi ve yedi aylıkken ezilme korkusuyla yürümeye başlamış olmama
bağlamayacağım. Ama belki de televizyon denilen illetin tümüyle yayıldığı ve
bilmemenin mutluluğunu tümüyle elimizden aldığı bir dönemde doğmuş olmamın etkisiyle
belki de ilk adımlarımın çok öncesinde bile sinsice sokuluyordu içime yavaş
yavaş gerçek denilen nalet. Sanırım belgesele kadar olan süreç bir nevi
birikimdi. Tamam, doğuştan insan görünümlü bir fil olabilirim her ne kadar o
dönem bilmesem de ama yine de o kadar yükü taşıyamıyordum.
Neyse devam edelim doğal! ortama salınmış bu ufak oğlanlar
belki de taşımak zorunda kaldıkları bu ağırlığın da etkisiyle erken kızışmış ve
delice içlerini yiyip bitiren çiftleşme arzusunun esiri olmuşlardı. İnsan denen
mahlukat akıl edip birkaç tane ince belli dişiyi de koymuş olsaydı bu büyük
kafese olaylar belki de bu kadar trajikleşmeyebilirdi. Ama doğadaki en güçlü
hormon belki de testosterondu ve bu güçlü hormon koca boynuzlu gri gergedanları
mini kırmızı etekli dişilere çevirivermişti birdenbire.
Bu hayal perdesinin ardında belki de hayal kelimesinin tam
karşıtı olarak erekte olmuş bu koca oğlanlar nispeten daha küçük olan bu koca
popolu gergedanlara sokulmaya başlamışlar ve tabi ki onlar ermiş muradına biz
çıkalım kerevetine diyebileceğimiz bir sonuç çıkmamış ortaya. Gayet cilveli ve
tüm erkeklik özgüvenleriyle sokulan oğlanlarımız kocaman bir hayal kırıklığıyla
saldırganlaşarak gergedanları birkaç diş darbesiyle öldürmeye başlamışlar ve bu seks
cinayetleri hızla artarak devam etmişti.
Burada araya yine girmeliyim çünkü bu yaşananlar birebir
olmasa da çok benzer şekilde benim hayatımda da cereyan etmekteydi o dönemler. Şahit
olduklarımla erken olgunlaşmış ve karşıma çıkan ilk gergedana belki de sadece
rengi bana benziyor diye âşık olmuştum. Tabi ki benim (yani bir filin) gözünden
hayatı göremediği için, belki de gördüğü ama insana özgü bir şekilde unutabildiği
bir olgunlaşma dönemi geçirdiği için bu dişi gergedan benim beklentilerimi
karşılamayacaktı. (tabi böyle yazınca akla gelen ilk düşünceyi hemen kovmak
gerekir çünkü ikimizde insan görünümlüydük yani gayet olanaklı bir cinselliğimiz
mevcuttu) Buradaki temel nokta sanırım anlaşılmaktı. Ya da en azından gerçek
denilen illetten uzaklaştırabilmekti. Ki bu ufacık beklenti bile bir
beklentiydi ve insan yaşamında tek karşılığı vardı. (Baştaki önermemizi ne
çabuk unuttunuz.)
Fil zaman çizelgemdeki diğer adımımda bu oldu. Tabi sonu
cinayetle bitmese bile yine de en güçlü diş darbelerimle saldırmadım desem
yalan olur.
Diğer insanlar; aynı, fillerin doğal düşmanları olmadıkları
halde gergedanlarını neden öldürdüklerini ve ısrarla buna neden devam ettiklerini
anlamadıkları gibi benimde tam 7 sene neden inatla bir gergedanla çiftleşmeye,
çift olmaya çalıştığımı anlamadılar. Onların fark edemedikleri şey, biz
fillerin cüsselerine oranla çok daha büyük olan hassaslıklarında gizliydi. Yani bu
kadar acı ve umutsuzluk dolu bir dünyada sadece renklerin bile benzese iki
farklı yaratık bir hayali bölüşemez miydi?
İşte bu inat zamanla daha hırçın ve güvensiz hale getirdi
bizi. Oysa ilk hayal kırıklığı yaşandığında (bende, bir gergedanın asla bir etek
giymeyeceğini fark ettiğimde örneğin) vazgeçmemizi öğretecek bir yetişkin olsaydı
başımızda ne bunca gergedan ölecekti ne de zaten onca yük altında bir avuç
kalmış filler daha fazla yıpranacaktı.
İşte tam bu nokta çözüm bambaşka bir yerden bir anda geldi. Başka
bir milli park hapishanesinde yaşayan insan düşmanı fillerle uğraşan bir insan
dişisi, belki de insan mahlukunun en fazla hayvana yaklaştığı an olan anneliğin
verdiği bilgelikle bu yaramaz oğlanların bir anneye ihtiyacı olduğunu fark etti
ve yoğun çabaları sonucunda azgın hortumlularımızın başına iki adet yetişkin
fil getirmeyi başardı.
Ve işte bir anda bizim erken olgun oğlanlar gerçek
yetişkinleri görünce aslında ne kadar ufak olduklarını fark ettiler. Bu sanırım
kendilerini yerleştirebilecekleri bir üst ölçütle karşılaşmalarıyla ilintili
olarak gerçekleşti. Yani tüm bildiklerinin doğru olduğuna inanırlarken (daha
önce onlara karşı çıkan ya da direnen kimse olmadığından ötürü belki de) bir
anda takip edip öğrenebilecekleri donanımlara sahip önderlerini bulduklarında
aylardır süren ve onlarca gergedanın hayatına mal olan bu süreç bir anda
kesildi.
Bir fil olarak benim dünyamda yine paralel bir süreç
gelişmekteydi o dönem. Tabi yine ufak tefek farklılıklar bulunmaktaydı. Çünkü insan
fillerin yetişkinleri sayı olarak çok azdı ve bulunmaları ise neredeyse imkânsızdı.
Şansız bir fil olan bendeniz böyle bir yetişkin file rastlamadım tabi ki. Ama benim
mucizem ise başka bir insan hayvan olan kedi insanından geldi.
O dönem, gergedanımla tepişmemden kalan toz yığınları içinde
öylece anlamadan, sinirli ve mutsuz olarak otururken, ufacık o cüsseden çıkan
cılız miyav sesini duymam bile başlı başına bir mucize sayılabilirdi. Ama hayat, mucizelerin bir anda olduğu bir yer değil ne yazık ki. Kelime anlamına zıt olma
pahasına mucizeler zorlu ve uzun bir yolun sonunda gerçekleşir ancak. İşte benim
mucizem de o cılız sesten çok sonraları gerçekleşti.
O sesin sahibi kedi kadını ilk gördüğümde belki de umutsuzluğumdan
güç alarak onunla mücadeleye tutuştum. Alışık olmadığım şekilde beni
yargılamadan dinleyen bu kedi görünümlü varlık normal insan mahluklarının, tüm acıları
ben yaşadım sen ne bilirsin olarak algılayacağı tüm zırvalarımı sabırla
dinlemeye devam etti. Ta ki koca çenem yorgunluktan çalışma görevini koca
kulaklarıma devredene kadar.
O ince narin sesiyle, benimle acılarını yarıştırmadan,
bölüşerek anlatan kedi hatunu dinledikçe kendi acı çizelgemde birinci olan
yerim yavaşça ait olduğu yere doğru hareket etmeye başlamıştı bile. Yani ufacık
bedeniyle yaşadığı ve şahit olduğu, insan yaratıklarının yol açtığı vahşet
karşısında nasıl mağrur durduğunu gördükçe benim yaşadıklarımın henüz bir
başlangıç olduğunu anlamamı sağladı. Bunu fark etmek beni daha fazla
umutsuzluğa düşürmeye başladığı anda ise çevik bir hareketle (ki baya
şaşırdığımı hatırlıyorum) koca omuzlarıma atladı ve patileri ile kulaklarımı
kenara çektikten sonra usulca bana yani bir file fillerin dünyasını anlattı.
İşte tam o an uzun zamanın ve çabanın birikimiyle bir mucize
gerçekleşti ve ben gerçek anlamda bir fil olmanın ne demek olduğunu anladım. İşte
o gün bugündür koca burnumu onun tüylü kuyruğuna sardım ve sürü liderimin
ardından ilerlemenin verdiği huzurla gün geçtikçe kendim hakkında daha fazla
şey öğrendim.
O belgeselle bilinçsizce fark etmeye başladığım fil olduğum
gerçeği gün geçtikçe somutlaştı. Arada gergedanımı özlesem de artık insan
dişilerinin yanında insan erkeği gibi davranıyorum ve fil olduğum gerçeğini
yalnızca dişi fillere saklamaya gayret ediyorum.
Ha bu arada en başta biriktirmekten bahsetmiştim ya ona da
değineyim. Fil olduğumu kabul ettiğimden beri bulduğum fil objelerini
topluyorum. Otuza yakın
filim var ve henüz dişi fillerle karşılaşmadığımdan (ki bazen olmadıklarını
düşünüyorum ama bunu aklımdan geçirdiğim anda patilerinden tırnaklarını bir
anda çıkararak, onlar var biliyorum sayıları azda olsa günün birinde mutlaka
onlara rastlayacaksın diyor. Bu halinden biraz korksam da sanırım bunu söylediğini
duymak hoşuma gidiyor) onlara kendi sürüm diyorum. Kim bilir belki bir gün gerçek bir, koca
kulaklı ufaklık bana tüm hepsini bir kenara attırabilir. İşte o an gelene kadar
oyuncakta olsa kendi sürüme sahibim. Ve bir yerlerde elbise giyen fillerin yaşadığına inanmak beni mutlu ediyor.
Salaş bir bar Ankara yirmi8nisan2bin12
Bende bu konuyla birşey anlatayım:
YanıtlaSilablam anlatmıştı aslında bu olayı ama kendisini temsilen ben aktarmış olayım:
"bir gün Töre'yi okuldan gelip apartmanın önünde oyun oynarken yukarıda balkonda oturan babası görüyor ve kötü hissediyor kendini ve hızla mutfakta çalışan ablamın yanına gidiyor ve bu çocuğun nesi var, niye hiç arkadaşı yok, bir derdi mi var, okulda da mı böyle vb.vb bir sürü soru soruyor.. Ablamda şaşırıyor nerden çıkardın bütün bunları falan diyor. Sonra da ablamı alıp-gel kendin gör gözlerinle-diyerek balkona götürüyor..
Gerçekten de Töre aşağıda kendinden cüsse olarak yarısı kadar çocuklarla oynuyor baktığında.. Ve sonra gülerek babasına: "Ya onların hepsi Töre'yle yaşıt-kendi arkadaşları..Sen ilk defa görüyorsun da ondan garipsedin..diyor..
Ama bu anlattığım şey Töre'nin hep hayatında olan şeydi..Aile, arkadaş, okul çevresinde herkes ondan büyük davranışları bekledi, istedi, göstermeyince kızdılar, bağırdılar, suçladılar..
Ve o da büyüklerin istediğini şeyi yapıp erkenden olgunlaştı..
Bu yazı da o hayattan güzel bir kesit örneği oldu bence..
eline sağlık Töre..
insanlar Filleri daha çok sevecek bu yazıdan sonra..
"Filler ve kulaklar şimdi ne kadar acı ve gizli
YanıtlaSilEski bir aşkı anlatır
Filler ve kulaklar şimdi"
Diye Zuhal Olcay'ın seslendirdiği bir şarkı geldi aklıma:))
Küçükken büyüktüm büyüdüm küçüldüm diyeyim o zaman :))