15 Ekim 2011 Cumartesi

Taksim-Bostancı Hattı




Bazı meslekler zordur...

Bunlar hangileridir gibi bir sıralama yapacak değilim ama özellikle bizim ülke gibi trafik kazalarında her yıl binlerce ölümün doğal sayıldığı bir ülkede şöför olmak kolay değildir diye düşünüyorum.

Gelişmiş ülkelerde trafik kuralları öncelikle insan hayatına verilen önem doğrultusunda insanları olumsuzluklardan koruyarak bir düzen elde edebilmek için vardır. Benim ülkemde ise aslına bakacak olursanız çoğunlukla işleri daha da çıkılmaz hale getirebilmek için var olduğundan uyulması gerekmeyen şeylerin başında gelir.

Kırmızı ışık.... yani nerden çıktı kırmızı ışık, giden araba neden dursun?

Girilmez.... hayda! işte bir bela kural, niye girmeyeyim kardeşim, yolumumu uzatacağım şimdi, benzin kaç para sen biliyormusun?

Hız limiti.... istediğim hızla gideririm, acelem var....
Sinyal... ne gereksiz bir ayrıntı, dönecem işte

Bunlar uzayıp gider....

İstanbul gibi her yönüyle karışık bir mega kentte yaşıyorsanız trafik kelimenin tam anlamıyla bir cehennemdir. Günde binlerce insanın oradan oraya savrulurken yaşadığı işkence gerçekten ancak yaşayanların anlayabileceği bir şeydir. Bu sebeple zorunlu olmadıkça kendi özel arabamı kullanan biri değilim. Öncelikle kendi ruh sağlığım için mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorum. Bunun ötesinde toplu taşıt araçları varken onlarca arabanın bir kullanan kişiyle trafikte olması bana çok anlamsız geliyor.

En fazla kullandığım toplu araçlarda dolmuş adını verdiğimiz taşıtlar oluyor.Açıkcası İstanbul da bu araç sürücülerinin işinin oldukça zor olduğunu bilmeme rağmen bizler için de işler oldukça zor.

Herşeyden önce şöförlerimizin hepsinde olmasa bile yüzde doksanında ilginç bir bakış açısı hakim.

Bu yollar benden sorulur ve yaptığım herşey doğrudur....

Örneğin İstanbul Anadolu yakasında, Kadıköy'den başlayıp ta Pendik' e kadar uzanan yol halk arasında minübüs caddesi olarak bilinir. Zamanında bu caddede oluşan bir kaza da minübüs şöförü yüzde yüz haksız olmasına rağmen karşısındaki özel arabanın şöförüne bas bas bağırır;

Kardeşim ne işin var! burası minübüs caddesi....

Birde bizi iki yaka arasında getirip götüren sarı dolmuşlarımız vardır. Bostancı- Taksim arası çalışan. Başkaları da var tabii ama ben Bostancı da oturduğumdan bu hattı kullanmamdan dolayı daha iyi biliyorum.

İnanılmaz bir hat. Her yolculuğumda bakalım bu sefer İstanbul' un hangi görmediğim yerlerini göreceğim diye kuruluyorum koltuğa. Sıkışan trafikte durmamak için girdikleri yolları bir görseniz asla normal bir gürüzgahta yolculuk ettiğimi hatırlamıyorum. Bu sebeplede her yolculuğum İstanbul' un bilmediğim yerlerini görmekle geçiyor.

Tabii bu yolculuk bir sürü trafik kurallarını alt üst etmekle birlikte seyir alıyor. Bunu yapan direksiyon başında olmadığım için ben olmuyorum ama inanın zaman zaman küçük dilimi yutmuş gibi oluyorum.

Taksim dönüşü , iki yol ile birbirinden ayrılıyor. Biri sahil yolu oluyor diğeri E5 üzerinden minübüs caddesine iniyor. Ben ise genelde Bostancı sahil yolunu tercih ediyorum. Evimin sahile yakın olması sebebiyle.

Sahil yolu şöförlerin pek istemediği bir yol. Çünkü belirli saatlerde gerçekten yoğun trafik sadece şöförlerin değil biz yolcularında canını bezdiren bir durum sergileyebiliyor.

İşte geçen gün sahil yolundan gitmek istemeyen bir şöförle yolculuk yapmak zorunda kaldım. Hayatımın en ilginç yolculuklarından biriydi. Henüz araba kalkmadan şöförümüz hışımla açtığı kapıdan elinde tuttuğu bozuk paraları muhteşem bir küfürle bozuk paralarının olduğu yere şrakkkkkkkk diye koydu. Şöför koltuğunun yanında oturan leopar desenli ceket giymiş şarışın kadının ödü patladığından yerinden ayyyyyyyyyy diye fırladı ama şarışın aptal kadın lafına inat şöföre hiç bir şey söylemedi.

"Hadi bakalım..." diye içimden geçirirken sevgili şöförümüz mırıl mırıl mırıldanarak koltuğuna oturdu ve vites kolunu garçççç diye sert bir şekilde geçirdi. Arabaya nasıl gaz verdiyse, hepimiz öne fırlayarak yolculuğumuza başlamış olduk.

Hemen şöförün arkasındaki koltukta oturduğumdan şöförümüzün küfür dağarcığına ait küfürleri gayet rahatlıkla duyuyordum ve dolmuşta bir ölüm sessizliği vardı.

Çantamdan bozuk para çıkararak yolculuğun bedelini ödemek için şöföre uzattığımda çok yanlış bir şey yaptığımı anlamış oldum.

"Dur !!!! telefonla konuşacağım.... "
dedi şöför.

Ve evdeymiş gibi yapılan konuşmalara benzer görüşme yapılıyordu avaz avaz...

Bu arada arka taraftaki yolcularında paralarını ödemek için elden ele uzattıkları paraları elime ulaşmak üzereydi ama bunu yapamayacağımı söyledim arkadaki yolculara;

"Şöförümüz telefon görüşmesi yapıyor, sonra alacakmış"....

Öylesine anlayış ki halkımız, bu son derece normal durumu büyük bir olgunlukla karşılayarak;

"Haaa tamam" o zaman dediler....

Araba hızla hoplaya zıplaya yoluna devam ederken yanımdaki kadın yolcu; "Şöförümüzün konuşması bitti " dedi usulca kulağıma.

Muavin ilan edilmiştim çoktan, görevimi tamamlamalıydım.

Hemen arkaya dönerek sevgili halkımıza önemli görüşmenin bitmiş olduğunu ve ellerinde tutukları paraları verebileceğimi söyledim.

Para alışverişi bittikten sonra sevgili şöförümüz için başka bir sorun başlamış olmalı ki küfürleri arasında elindeki kağıt paraları ordan oraya alıp koyuyordu. Üstünü verecek bozuk yoktu anlaşılan.

Yine dolmuşumuzda bir ölüm sessizliği ve kimse parasının üstünü almaya kalkışmayan tavır hüküm sürüyordu .

Ani manevralarla şöförümüz bir başka sarı dolmuşun yanında duruverdi ve yanındaki leopar desenli sarışın kadına parayı vererek bozdurmasını emretti. Açılan pencerelerden bankamatik işlemleri büyük bir hızla devam ederken şöförümüz mırıl mırıl konuşmalarının arasına sıkıştırdığı küfürlerle paralarının üstünü verebildi.

Bu arada mırıltılarının ve küfürlerinin arasında boş kaldığında şöförümüz sinirlerini yatıştırmak için sigara üstüne sigara içerken dışarıya sarkıtılan sol kolun parmaklarından sigaranın külleri dışarı bırakılıyordu.

Tabikii sıklıkla telefonla aranan şöförümüz ; "ben ona yapacağımı biliyorum" vb. benzer tehdit cümleleriyle bezeli konuşma yol boyunca devam etti. Anadolu yakasına geçip sahile doğru yol aldığımızda yüksek sesle hesap sordu şöförümüz;

"Herkes Bostancı ya mı gidiyor?"

Ne yazık ki hepimiz Bostancı ya gidiyorduk.

"Ne yani içinizden biri bile Bostancı'dan önce inmeyecek mi?"

Ne yazık ki hepimiz son durakta inecektik....

Leopar desenli sarışın bayanımız artık dayanamayarak sordu, "Seni iyi hissettirecekse ben Bostancı'dan önce ineyim..."

Ne bok yemeye sahil yolunu seçmiştik ki sonuçta diğer yolda Bostancı'ya çıkıyordu, Ziverbey yoluyla gitmiş olsaydık şimdiye çoktan Bostancı da olurmuşuz....Biri en azından önce inmiş olsa gam çekmeyecekmiş....

Tam o sırada yine telefonu çaldı şöförümüzün.

"Lan abi beni bu .ittiğimin trafiğine soktunuz zorla, bunların arasında da hepsi son yolcu çıktı iyi mi!!!! Ne bok yiyecem ben şimdi?"

Suadiye'den hemen sonra yine o muhteşem hareketleriyle el frenini garçççççççç diye çekip hepimizi indirdi, daha fazla gidemeyecekmiş.

"İşte az ilerisi Bostancı, sağ tarafta iskele var, ne yaparsanız yapın..."

Söylenecek çok şey varda Nietzsche nin dediği gibi;

"Benim ağzım senin kulaklarına göre ağız değil"

cümlesi tüm gerçekliğiyle önümüzdeyken yapılacakların önemi varmıdır acaba?

sanem uçar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.