25 Ekim 2011 Salı

Kathy Acker (1947-1997)



Kathy Acker (1947-1997)

Sizlere Amerikalı yazar Kathy Acker'ı tanıtmadan önce sanırım Punk felsefesiyle ilgili olarak küçük açıklamalar faydalı olacaktır.

Çünkü Kathy Acker, Punk felsefesini benimsemiş bir yazar olmanın dışında senarist,oyun ve opera yazarı, bir zamanlar porno filmlerde rol almış bir kişi ve müzisyendir de.

Onu tanımlamak için bir çok kelimeyi kullanıp; örneğin; anarşist, post modern, feminist, vb demektense o bir Punk'çıydı demek çok daha kolay ve kestirme bir yol olacaktır.

Bugün Punk denilince öncelikle aklımıza ilk gelen olgu müzik olsa da Punk çoktan bir felsefe olmuş durumda.



Punk müzik, her ne kadar bir alt kültür gibi bir kaç genç müzisyenin o güne kadar yapılan müziklerden sıkılıp, onları gereğinden fazla önemli bulmamalarıyla onlara bir tepki şeklinde son derece basit, bir kaç akorla oluşabilen, sözlerin öneminin hiç olmadığı, hatta çoğu müzisyeni geren garip akorlardan çok, son derece basit akorlarla, bazen akordu bile yapılmamış bir gitarla kulakları rahatsız eden bir görünümde olması sadece ve sadece bir tepkidir işin ilk başlarında.

Punkçılar hemen hemen herşeye ilk tepkiyi ve karşı çıkışı genellikle kendilerinin verdiklerine inanırlar. Bozuk akortlarla, basit akorlarla , ana avrat düz giden küfürlerle...

1970' li yılların başında ilk adımlarının İngiltere'de atıldığını görüyoruz. Ramones bu anlamda ilk ünlü müzisyendir.Bunun İngiltere' de atılmış olması son derece normaldir.İngiltere'deki işçi sınıfının yapılan ve uygulanan politikalarla neredeyse patlamaya hazır bir bomba haline gelmiş olması, sosyal bulanımlar, İngiltere'de punk düşünce yapısını hazırlarken, öncelikle sadece kendi kendilerine müzik yapan Ramones ve bunun gibi gurupların bu sınıfın elinde yaldızlanmasıyla ortaya çıktı.

Kimileri de bu oluşan yeni müzik türünün içine bunalımı kattı. Kısacası gerçek anlamda bir davranış ve red etme biçimidir punk.

Dışarıdan bakıldığında giyim tarzları, davranış şekilleriyle çoğu ebeveynleri ürküten hatta korkutan zibidilikle eş değerde algılanan bir yapısı vardır Punk'ın. Punkçılara göre ise bunun altında kişinin istediği gibi olmak olgusu vardır.



Punk felsefesi bildiğimiz tüm sanat dallarında varlığı ve hükümdarlığını sürdürüyor aslına bakarsanız. Sokaktaki insanda bu felsefeyi bazen bilerek bazen bilmeyerek, bazen doğru şekilde bazen de yanlış bir şekilde yürütüyor.

Punk felsefesinin kökeninde Dadaistlik'in olduğunu savunur Punkçılar. Bu anlamda sanırım Dadaistliğin biraz açıklanmasında yarar var.

I. Dünya Savaşının sürdüğü yıllarda bir çeşit hapishane gibi olan İsviçre'den ilginç sözler yükseliyordu. Bu sözlerin sahipleri bir avuç gençti.

Bu savaş Avrupa'da öylesine kötü bir şekilde gelişiyordu ki, savaşların hep bittiğini tarih kitaplarından okuyan gençler için bu savaş bir türlü bitmek bilmiyordu. Tam tersine onlara ve herkese çok kısa sürede biteceği söylenen bu savaş, her yere yayılıyor ve hiç bitmeyecekmiş gibi gözüküyordu.

İşte böylesine bir durumda sadece bu gençler değil neredeyse tüm insanlar şöyle düşünüyordu;

"Dünya, insanların yıkılışlarından umutsuzluğa düşmüş ve hiç bir şeyin sürekli ve sağlam olmadığı bir yerdir "

Öylesine umutsuz ve karamsar olmalarına rağmen yine de yüreklerinin bir kenarında bir umut ışığı yanıyordu. Bu ışık gelecek günler için taşımaları zorunlu olan bir umuttu. Umudun olmadığı yerde yok oluş kaçınılmazsa, bir şeyleri belki değiştirebilmek adına kafa patlatıyorlardı. Yani düşünüyorlardı.

Kapkara bir renkte, beyaza duyulan bir özlemdi içlerinde hissettikleri.

Dünya bu hale, bu çöküşe, sistemi korumak adına inandıkları değerlerden ve erdemlerden gelmişti. Ve bu değerlerin, bu erdemlerin hepsi koca bir yalandı. Hatta daha açık bir ifadeyle dünya bu hale bu değerler ve erdemler yüzünden gelmişti.




Bakın bir dadaist şunu söylüyor;

" Uzun bir geleneğin sonunda doğallaşmış alışkanlıklara kapılmamak; iyi, soylu, yüce kokuşmuş şeylerin yeniden canlanmasına izin vermemek için dadacılar; barok, dengesiz, beklenmedik ne varsa onun üzerinde duracağız "

Bir başka dada sanatçısı ise şunları söylüyordu;

" Düşünceyi, oluşumun ilk atılımında yakalayabilmek için, aklınızdan geçenleri olduğu gibi yapmanız yeter "

Ve işin bana göre en komik tarafı bu gençler, diğer 'izm' ler gibi gerçek anlamda bir " izm " olmak niyetinde değillerdi. Sadece o ana kadar ve tüm değerlerin didiklenmesini, sorgulanmasını istiyorlardı. Kulaklarına fısıldanan bilgilerin yerine özellikle sanatta yapılması gerekenler, gerekmeyenler gibi sınırların aşılmasını istiyorlardı.

Tüm bunları iyi sindirmek gerek, punk felsefesini bu anlamda anlayabilmek önemlidir. Bire bir aynen uyuşan yerleri göreceksiniz.

Bu anlamda Punkçılara biraz karşıymış gibi olacak bir düşüncemi de yazmadan geçemeyeceğim.

Gerçekten kökeni ta Dadacılığa götürsek bile bizlere yeni bir şey sunmuyor Punk. Yapılanlar, düşünceler ve felsefesi dadaistlerle hemen hemen aynı.

Oysa 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir felsefe demeyi kabul edersek Punçılığa, biraz daha fark olmalı. Çünkü hiçbir şey hiçbir şeyin aynısı değildir ve olamaz. Punk; dadaistlerin sadece bir kötü kopyasıdır.

O zamanki gençler bir "izm" yaratmak niyetinde olmadıklarını Dada'nın kuklasını Sen nehrine atarak kanıtladılar. Ve bu ; bu öncülüğün bir yerde bittiği anlamına geliyordu.

Punkçılar ise Sen nehrine atılan Dada'nın kuklasını oradan tekrar alıp yeryüzüne sundular.

Ve ne yazık ki Dadacılar hiç bir zaman toplumun çoğunluğu tarafından kabul edilen bir akım oluşturmadılar. Bir akımın gerçek anlamda "izm" olabilmesi için tüm toplumda benimsenmesi ve bu felsefeyle yeniden yapılanması gerekir.

Ama bir konuda haksızlık etmemek gerekir ki, Dadacılık resim sanatında sürrealizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bu anlamda Punk felsefesine baktığımızda ise bu düşüncenin sanata yansıması bir hayli ilginçtir.

Müzikte yapılanlar kuru gürültüden öte bir şey değildir.

Edebiyatta ise çok değerli örnekler verdiler. İşte Kathy Acker'de bunlardan bir tanesi.



Kathy Acker ( 18 nisan 1947- 30 kasım 1997)

Edebiyat dünyasının bu sert ve alışılmamış yazarı gerçekten dünya edebiyatındaki önemli isimlerden bir tanesidir. Felsefesini benimseriz yada benimsemeyiz bu çok ayrı bir konu olmasına rağmen eserlerinde anlatmaya çalıştığı dünya, günümüzün koşullarını birebir ortaya koyan ve bizleri uyaran bir özellik taşır.

Sert ve trajiktir eserlerindeki konular ve anlatım şekli.

Punk felsefesinin "no fature" düşünce biçimini yazılarıyla ortaya koyan bir edebiyatçıdır.

1997 'de Meksika'da yakalandığı meme kanseri sebebiyle ölürken bile ölümü mutlak gerçeğimiz olarak ele alışı ve yine Punk felsefesine uygun bir yaklaşımla bu anlamsızlıktan ve geleceği olmayan yaşamdan kopmanın doğallığı şeklinde yaklaşmıştır.

Romanları yanında çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış sayısız yazıları vardır.



Eserleri

1-Politics (1972)
2-Childlike Life of the Black Tarantula By the Black 3-Tarantula (1973)
4-I Dreamt I Was a Nymphomaniac: Imagining (1974)
5-Adult Life of Toulouse Lautrec (1978)
6-N.Y.C. in 1979 (1981)
7-Great Expectations (1983)
8-Algeria : A Series of Invocations Because Nothing Else Works (1984)
9-Blood and Guts in High School (1984)
10-Don Quixote: Which Was a Dream (1986)
11-Literal Madness: Three Novels (Reprinted 1987)
12-My Death My Life by Pier Paolo Pasolini
13-Florida
14-Wordplays 5 : An Anthology of New American Drama (1987)
15-Empire of the Senseless (1988)
16-In Memoriam to Identity (1990)
17-Kathy Goes To Haiti (1990)
18-Hannibal Lecter, My Father (1991)
19-My Mother: Demonology (1994)
20-Pussycat Fever (1995)
21-Dust. Essays (1995)
22-Pussy, King of the Pirates (1996)
23-Bodies of Work : Essays (1997)
24-Portrait of an Eye: Three Novels (Reprinted 1998)
25-Redoing Childhood (2000) spoken word CD,
26-"Rip-Off Red, Girl Detective" (pub. 2002 from manuscript of 1973)


Edebiyat dünyasının aykırı kadını




Sanem Uçar 03.06.2009

Biliyormusunuz, yaşantımda beni en fazla geren konular ne adına olursa olsun bir şeyi bana empoze etmeye çalışmaktır.Bu bakış açısıyla kendime baktığımda bana kabul ettirilmeye çalışılanlara karşı ister istemez ret olgusunu çok daha yoğun olarak yaşadığımı biliyorum.

Yaşamın her alanında da kabul ettirilmeye çalışılanlarla örülü bir dünyamız var. Bizlere ait ret etme eylemi de her dönemde kendisini ister istemez gösterecektir.

Ret etmenin mayasındaki sancı da doğal olarak yaşanacaktır.

Yine hiç bir şey değişmemiş gibi geliyor kulağa.

Bilinen anlamda var olma savaşımızın kökeni hep bu temel üzerine kurulmuş. Bunu anlatma biçimi her dönem değişik olsa da Punk felsefesi daha çok Punk kültürü şeklinde gelişme gösteriyor diye düşünmekteyim. Bu düşüncemin ne kadar doğru yada bilimsel olduğu tartışılır.

Ama bir felsenin arkasından değişime ve gelişime yönelik bazı şeyler görmeye alışmış gözler için gördüklerim çok fazla hoşuma gitmiyor açıkcası.

Evet bilinen anlamda bir başkaldırı var ama bu başkaldırı öylesine bencilce ki. Somut olarak ortaya konulan bir şey yok. Ya da geneli kapsayacak bir şey. Sanki birey olmadan bireyci olmanın süslenmiş şekli gibi algılıyorum.

Evet Acker'in kitapları da tam bu aşamada var olan kara tabloyu yada kaosu son derece güzel şekilde ortaya koyuyor. Bu anlamda yazdıkları gerçekten en uçuk fikirler yada gerçekler olmasına rağmen bencilce değil. Kişisel bir keyif yada düşüncenin bas bas bağıran ilkelliğine rastlayamazsınız cümlelerinde.

Görebilen gözleriniz varsa eğer, o satırlarda saklanmış çığlıkları yüreğinizin ta derininde hissedersiniz.

1 yorum:

  1. Titus Andronicus 03.06.2009

    Kendimi Punk müzik konusunda çok fazla bir şey söyleyebilecek durumda hissetmiyorum . Size katıldığım bir konu bu. Bir kez bile dinlemek bu müzik türünü kabul etmemede, alışmış daha farklı bir müzik kültürüne sahip olmadan belki de,uzak durduğum bir müzik türü olmuştur.

    Ancak punk felsefesini anlamaya çalışmak gibi bir niyetim her zaman olmuştur.Çok güzel ifade etmişsiniz, punkçılar gerçekten bu kabul etmeme çizgisini sadece kendilerinin ifade edebileceğine inanmışlardır. Oysa kabul etmeme, insanlığın temel özelliklerinden biridir.

    Kabul etmede öyle aslında. Kabul ve kabul etmeme arasında gidip gelen bir sarkaç insanlığın tanımı benim için çoğunlukla. Önemli olan bizler tarafından benimsenip benimsenmemesi değil, kişinin inandığı gibi yaşamasıdır.

    Sözü edilen yazar da bu anlamda son derece saygın bir yazardır benim için. Neye inanıyorsa onu yazmış ve yaşamıştır.

    Emin olun kitaplarını okurken gözlerime inanamadığım satırları görmüşümdür cümlelerinde.Ne yazık ki ele aldığı konular yazım olarak uç noktalarda yükselen cümleler gibi gözükse de yaşamın içindeki gerçeklerden başka şeyler değildir. Belki hasır altına sürülmüştür bazıları, fısıltıyla konuşuluyordur ama vardır!...Kathy Acker gibi biri de çıkıp, söyleyemediklerinizi, duymak istemediklerinizi ben söyler ,yazar ve hatta yaşarım diyebilmiştir.

    Edebi kişiliği tartışılır, ama bir çok yönüyle cesaretinin ötesinde bir kahramandır benim için.

    YanıtlaSil

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.