14 Ekim 2011 Cuma

İz Bırakanlar



İz Bırakanlar

Sanatçı kendini ifade etmek amacıyla sanatın herhangi bir dalını seçtiğinde öncelik; kendisidir.

Eserinin niteliği, özellikleri, toplumda ses getirmesi kuşkusuz daha sonraları ilgi alanına girse de yaratıları kendinden izler taşır.

Sanatçının kendisine ait bu izler, belki hemen,belki çok sonraları bir başkası için anlam ifade etmeye başladığında bu anlamın kapladığı alanın fazlalığı toplumda iyi ya da kötü diye farklı bir yere taşır sanatçıyı.

İster iyi olsun, ister kötü olsun, ister hemen, ister sonra anlam ifade etsin, isterse hiç bir zaman bir başkası için anlam ifade etmesin, yarattıklarıyla kendini ifade etme biçimi bulduğundan mutlaka en az bir kişiye hizmet ediyor demektir bu.

Herşeye rağmen yabana atılmayacak bir sayıdır bu:)

Ama öyle sanatçılar vardır ki, yaşadığı yüzyılın çok ötesinde bir bakış açısına sahip olup, değeri bilinse de bilinmese de düşünce biçimi , algılayışı, yarattıklarında herkes için önemli bir yer oluşturur.

Bu sanatçıları zirveye taşırız.

Ampirik bir bakış açısı olduğunu itiraf edecek olsam da diyeceğim ki; sadece Türkler kendi değerlerinin farkında olmayan bir ulus özelliği taşır.

Son veriler nasıldır bilmiyorum, umarım değişme vardır ama Türk halkının eğitim düzeyi yapılan istatistiklere göre ilkokul üçüncü sınıf bilgisine eşittir.

İnanılmayacak kadar acı verici bir durumdur bu aslına bakacak okursanız. Okur yazar oranımızın %90 lara varmış olmasının önemi bu sonuçtan sonra kendiliğinden yok olur.

En aydınlarımız bile kendi alanlarının dışında gerçek anlamda entellektüel bir bilgi birikimine uzaktır. Bir çok anlamda alacakaranlık olduğumuzu bir kez daha söylemek içimi acıtsa da hemen hergün yaşadıklarımız, okuduklarımız, ve duyduklarımızla bu alacakaranlık tanımı bile renkli kalıyor yinede.

Neredeyse tamamiyle karanlığız dersem abartmış mı olurum acaba?

Oysa bu ülke de " İz Bırakan " sayısız sanatçı var.

Bir kaçının adını bilmemize rağmen kendi ülkemizde edebiyatta, resimde, müzikte kısacası sanatın her alanında iz bırakmış kaç sanatçının varlığından haberdarız ve onların eserlerini içselleştirmişmiyiz? diye sorma ihtiyacı duyuyorum.

İz Bırakan sanatçılarımızdan biridir Ahmet Hamdi Tanpınar....



Türk edebiyatının özel sanatçılarından biridir bu büyük usta. Yaşadığı dönemde edebiyatta yaptıkları çağının çok ötesindeydi.

Kullandığı dil, Türkçe nin kullanımı eserlerindeki şiirselliğe yansıyarak farklı bir tat bırakmakla birlikte, farklı bir tını da bırakır.

Bugün yine yazdığı eserlerle Türk edebiyatında çok önemli bir yerde olan Oğuz Atay ın eserleri incelendiğinde bu büyük ustadan izler taşır.Eğer bir Oğuz Atay hayranıysanız, ve bu arada Ahmet Hamdi Tanpınar ı hiç okumadıysanız çok şey kaybetmiş demeksinizdir.

Öylesine büyük bir ustadır ki Tanpınar, Türk edebiyatında bir çok ilkleri gerçekleştirmişken kendisinden çok sonraları yaşayacak bir başka dahiye önderlik ederken, Oğuz Atay ın kendi dilini bulmasında da etken bir rol oynayacaktır.

1901-1962 yılları arasında yaşamış bu büyük edebiyatçı en önemli edebiyatçılarımızdan biridir. Türk edebiyatında gecikmiş modernizmin kurucularındandır.

-Huzur
-Saatleri Ayarlama Enstitüsü
-Sahnenin Dışındakiler
-Mahur Beste
-Aynadaki Kadın
-Ayna
-Abdullah Efendinin Rüyaları

gibi romanlarıyla birlikte ;

-Beş Şehir
-Yahya Kemal
-Edebiyat Üzerine Makaleler
-Yaşadığım Gibi

adlı denemeleriyle sayısız şiire imza atmış bu edebiyatçımız unutulanlar arasındadır.

Her ne kadar unutulanlar arasında gibi gözükmesine rağmen kişileri etkilemeye devam ettiğine inanıyorum sadece edebiyatta değil.

Onun tüm eserleri ayrı bir inceleme konusu olmakla birlikte özellikle Beş Şehir üstünde fazlasıyla durulması gereken eserlerinden biridir.

Adından anlaşılacağı gibi yazar bu eserinde beş şehri anlatmıştır. Ve ne yazık ki bu sebeple bu eser bir gezi kitabı gibi bile algılanır çoğunluk tarafından.

Oysa mükemmel bir kurguyla hayatımızda kaybolan herşeyi ve bu yitirdiklerimizle duyulan üzüntü ne yapacağını bilmezlik , kayboluş ve yok oluşu, şehirleri kişileştirerek şehirlere bir anlam ve sembol yükleyerek iç dünyamızda yaşanılanları anlatır.

Muhteşem bir uslubla birleştirilen bu eser deneme türünün en önemli eserlerinden biridir.

İstanbul a anlattığı başkadır, Bursayla anlattığı çok daha başka, Konya da farklı bir boyuta sokarken kişiyi, Erzurum da düşündürür, Ankara da duraksatır.....

Okunması gereken eserlerden biridir.

Kendisinden çok sonra ki bir zaman diliminde yaşayan sanatçılardan biri de yönetmen olarak tanıdığımız Onur Ünlü dür.

Sanatçının 2009 yılında çektiği Beş Şehir adlı filmi 29. İstanbul Film festivalinde gösterildikten gösterime girdi.



Beş Şehir-2010-Onur Ünlü

Directed by: Onur Ünlü
Country: Turkey
Language: Turkish
Cast (first 10): Beste Bereket, Tansu Biçer, Sebnem Sönmez, Rifat Sungar, Ege Tanman, Bulent Yarar

Türk sinemasının son yıllarda yetiştirdiği en önemli yönetmenlerden biridir.

Ve Beş Şehir adlı filmi de bana göre izlenmesi gereken filmlerdendir. Gerçi filmin sonuna doğru tempo da bir düşüş var gibi gözükse de yine de bir bütün olarak iyi filmlerden biridir.

Film Tanpınar ın Beş Şehir adlı eserinden esinlenilmiştir. Gerçi her ne kadar yönetmen kendisiyle yapılan röpörtajlarında bundan hiç söz etmese de filmi izleyenler ve Tanpınar ı iyi bilinler çok kolaylıkla bu esinlenmeyi görebilecektir.

Dürüst olmak gerekirse tıpkı Oğuz Atay gibi, Onur Ünlü de kendi dilini kullanabilen bir sanatçıdır.

Film de şehirlerin yerini beş insan almıştır. Ve bu beş insanın kendine özgü dünyalarında yaşanan insana ait tüm duygular yitirdiklerimiz anlamında yine Tanpınar ın vurgulamaya çalıştığı konu etrafında döner.

Türkçeyi en iyi kullanan edebiyatçıların başında gelen Tanpınar kendine özgü titizliğini sürdürüken yine Onur Ünlü çağımızın özelliklerine uygun kendine özgü dili yaratan bir yönetmendir de aynı zamanda. Bu dilin Tanpınar ın istediği bir dil olmadığı kolaylıkla söylenebilir ama günümüzün nesnel koşullarının farkında olmadan sözüm ona yarattığı bu dil eleştirilebilir de kabul de edilebilir.

Sonuçta sanatçı vermek istediği mesajı kendine özgü dille yerine getirir.

Anlayamadığım çok şey var bu hayatta.

Örneğin Can Yücel geliyor aklıma.



Bu büyük usta Shakespeare'nin 66. sonne'sini öylesine güzel bir çeviriyle dilimize kazandırmıştır ki. Hepimiz biliriz bu sonne'yi;

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama...


Şiirin özüne sadık kalarak tamamiyle kendine özgü bir uslubla aslında bir Can Yücel şiiri gibidir bu sonne.

İnanıyorum ki bu çevirinin altına kendi adını koymuş olsaydı bu büyük usta çoğumuzun ruhu duymazdı.

Orijinalinden esinlenerek bir Can Yücel uslubuyla ortada olan şiirlerden biridir. Bir yaratıcılık örneğidir ve bir yerde de dürüstlük örneğidir.

Sanatta esinlenmek son derece doğaldır.Zaten dikkat ederseniz sanat adına hep aynı konular, aynı duygular, aynı düşünceler işleniyor sanat var olduğu andan itibaren.

Büyük Amerikalı edebiyatçı Faulkner boşuna dememiştir.

"İnsanoğlu 200 yıl yaşasaydı bana ihtiyaç olmazdı" diye....

Önemli olan kendi yolunu bulup iz bırakabilmektir ....

Okuyucu, izleyici, dinleyici aptal değildir yada aralarında aptal olmayanlar da vardır, görür, duyar, işitir farkına varır....

İz Bırakan sanatçılarımızın çoğalması dileğiyle....


sanem ucar 23.08.2010

Bir tek adının kalmasını istemiş olsanda , senden geriye bir çok şey kaldı......

Bir Adın Kalmalı

Bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

Sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç...

(Ahmet Hamdi Tanpınar)




sanem ucar 23.09.2010

Bu konuya biraz daha farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum.

Gerçekten hangi sanat dalı olursa olsun sanatçıların birbirlerinden etkilenmemeleri diye bir şey söz konusu olamaz. Bu etkilenme sürecinde önemli olan sanatçının etkilendiği nesneden daha ileride bir şey yaratıp yaratamamasıdır. Ve aynı zamanda büyük bir açık yüreklilikle etkilendiği kişiyi, yada eseri ortaya koyabilecek yüreğe sahip olmasıdır.

Çoğumuz için Canan Elçioğlu adı bir şey ifade etmeyebilir. Bir kaç gün öncesine kadar benim içinde bir şey ifade etmiyordu. Okuduğum eski günlere ait bir haber kendisini benim gözümde çok değerli yaptığı gibi, yukarı da anlatmaya çalıştığım esinlenme konusuna belki de en iyi örneği oluşturduğu için kendisiyle ilgili haberi buraya alma ihtiyacı duydum.

Haber 28.09.2008 tarihinde Hürriyet gazetesinde Ayten Serin tarafından yazılmış. Ayten Serin'in bu yazısını aynen buraya alıyorum;

"Acaba bulduğu büyük bir keşif mi, yoksa alelade bir sanat benzerliği mi? Mimar Sinan Üniversitesi Resim bölümü mezunu Canan Elçioğlu (58) Vatikan müzesini gezerken gördüğü bir duvar halısıyla Picasso’nun ünlü resmi Guernica arasında benzerlikler fark etti. Türkiye’ye döndükten sonra bunu bir sanat dergisinde yazdı.

Haberi duyan The New York Times bu keşfi haber yapmak için onu ABD’ye davet etti. İki ünlü Picasso uzmanı da gazetenin merkezine çağırıldı, fotokopiler çekilip çarşaf çarşaf yerlere serildi. Uzmanlardan biri iki resim arasında bağlantı yok derken, diğeri "Siz artık hayatınızı bununla geçireceksiniz" diyerek keşfi kabul etti. İkilemde kalan gazete haberi yayınlamadı ama ikinci uzmanın dediği doğru çıktı. En azından kendisi hakkında söylediği: Artık hayatını bununla geçiriyor. Elçioğlu tezini daha da güçlendirmek için araştırma yapmaya başladı. MSÜ’de bu konuda bir doktora tezi hazırladı, tezi başarılı bulunup kabul edildi. O da yetmedi, şimdi bu konuda bir de kitap yazıyor.

O ne sanat eleştirmeni, ne Picasso uzmanı, ne de ressam. Ama Picasso hakkında araştırarak öğrendikleri azımsanacak gibi değil. Canan Elçioğlu resme ilgisi yoğun bir ailenin kızı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden 1973’te mezun olmuş. Evlenince sadece kendisi için resim yapar olmuş ama resme ilgisi azalmamış: "En sevdiğim ressam Pablo Picasso. Çünkü güzel değil, itici. Belki onun için resimlerine çok baktım, baktıkça Picasso’yu görmeye başladım. Beni çok etkileyen bir sözü var: Ben başkalarını değil, kendimi kopya etmekten korkarım. Yani başka sanatçıların resimlerini reenkarnasyona uğratıyor..."

NEW YORK TIMES MACERASI

1990’da eşinin işi dolayısıyla gittikleri bir Roma seyahatinde Vatikan Müzesi’ni gezerken bir anda kafasında şimşekler çakıyor Canan Elçioğlu’nun. O anısını şöyle anlatıyor: "Koridorda asılı büyük halılardan birini görünce ’Guernica’ diye bağırmışım. Bu halının Guernica’ya çok benzediğini fark ettim. Çok kalabalık bir koridordu, itiş kakışta halının fotoğrafını güçlükle çektim. Üzerinden birkaç sene geçti. Bir gün bu fotoğrafı ve benzerliği gösterdiğim sanat eleştirmeni Beral Madra, bunun önemini fark etti ve bunu bir yerde basalım dedi."

Yazı 1995’te "Türkiye’de Sanat" dergisinde basıldı. Haber üzerine The New York Times’ın o dönem Türkiye temsilcisi olan Stephen Kinzer onu aradı ve bu enteresan bir haber olabilir, dedi. New York Times’ın sanat editörleri de olayla ilgilenince Elçioğlu’nu Amerika’ya davet ettiler.

New York’ta büyük boy fotokopiler çekildi ve yere yayıldı. Gerisini Canan Elçioğlu şöyle anlatıyor: "Baktılar, bu bizi aşar, uzmanlara danışalım dediler. İki Picasso eksperi seçtik. Her ikisi de tanınmış Picasso uzmanı olan Robert Rosenblum (2006’da öldü) ve John Richardson. Rosenblum ’Hayır katiyen bir benzerlik yok’ dedi. Richardson benzerliği kabul ederek ’Avrupa’daki sanat tarihçileri bunu nasıl görmedi? Siz bu keşfinizi ömür boyu taşıyacaksınız ve belki ömrünüz bununla geçecek’ dedi. Gazete de ikilemde kaldı. Ama ikinci uzman Richardson’un kabul etmesi bile, benim için büyük bir şeydi. Hatta beni evine davet etti ve bunu kutlayalım dedi. Kendisi Picasso’yu şahsen de tanımış, Picasso’nun hayatıyla ilgili üç ciltlik bir kitabı var. Evinde koca bir Picasso kitaplığı var ve araştırmalarım için kütüphanesini kullanabileceğimi söyledi."

KAFAYA TAKIP DOKTORAYA BAŞLADI

New York Times Gazetesi yazıyı yayınlamadı ama Picasso uzmanının artık ömrünüz bununla geçecek sözü gerçek oldu. Canan Elçioğlu için daha her şey yeni başlıyordu: "Hırslı bir karakterim yok ama kabul edilmeyince, konuyu daha çok sahiplenip doktora yapmaya karar verdim. Eski okuluma gittim. LES’e kızım çalıştırdı mesela. LES’in ardından baraj imtihanları, lisan ve genel kültür sınavlarını da geçtim. Guernica keşfini yapmamdan tam 9 yıl sonra doktoraya (sanatta yeterlilik tezi) başladım. Hatta bazı hocalar benden gençti. Keyifli bir 5 sene geçti."

Araştırmaları boyunca Richardson’un şahsi kütüphanesi, Washington’daki Kongre Kütüphanesi, yine aynı kentteki National Museum of Modern Art (Modern Sanat Müzesi) kütüphanesi, özellikle de Paris’teki Picasso Müzesi’nin üst katındaki arşivden çok yararlandı. İşi gereği Amerika’ya gidip gelen eşi ona kitaplar getirdi. Picasso’nun 1917 yılında Roma’ya gittiği ve Vatikan’ı gezdiği biliniyor. Ünlü eseri Guernica’yı yaparken etkilendiğini düşündüğü halının geçmişini de Vatikan’da araştırdı Canan Elçioğlu:

MASUMLARIN KATLİ

Ona göre "Masumların Katli" isimli bu halının Picasso’yu etkilemesi normal, çünkü çok güçlü, müthiş bir deseni var. Bunu görür görmez zihnindeki müzede yerini almış olmalı diyor:

"Eser Rafael Okulu’na sipariş edilen bir dizi halıdan biri. Bunların hepsi İncil’den, dini konuların işlendiği halılar. Rafael’in ölümünden sonra asistanları siparişleri çalışmaya devam etmişler. Vatikan Müzesi, büyük ihtimalle bu resmi yapan asistan Giulio Romano, diyor. Halı Vatikan’a 1531’de asılmış. Halının konusu masum çocukların katli. Üç Kahin Kral, Kudüs’e gelerek Kral Herod’a bir erkek çocuğun (Hz. İsa) doğacağını ve onun krallığının daha büyük olacağını söylüyor. Kral Herod da tüm küçük erkek çocukların öldürülmesi emrini veriyor. Halı, çocuklarını kurtarmaya çalışan annelerin dramını anlatıyor."

GUERNICA NASIL ORTAYA ÇIKTI ?

Guernica İspanya’da bir kasaba. 1937 yılında, iç savaş sırasında, Nazi ve faşist İtalyan kuvvetlerince bombalandı, kasabada büyük bir katliam yaşandı. Picasso, ayaklanan faşist general Franco’ya karşı mücadele eden İspanya Cumhuriyeti hükümetinin Paris Fuarı için kendisine sipariş ettiği resmi bu olaydan etkilenerek yaptı: Guernica, bugün savaşın özellikle sivil insanlara yaşattığı dehşet konusunda da tüm dünya için önemli bir sembol.




CANAN ELÇİOĞLU’NA GÖRE HALI VE GUERNICA NE YÖNLERDEN BİRBİRİNE BENZİYOR

1. İlk anda göze çarpan, ikisinin de orta kısmının ışıklı bir üçgen kompozisyonun içinde olması.

2. Halıda en sağdaki kadın, Guernica’da kolları yukarı uzanan kadın olmuş.

3. Halının üst kısımdaki askerin kolu, Guernica’da lambayı tutan kola dönüşmüş. Kolun üzerindeki örtü Guernica’da da var.

4. Guernica’da kolun altındaki yüz, halıda da aynı dehşet ifadesi olan profil.

5. Guernica’da tam ortadaki şaşkın kadın figürü, halıdaki çocuğu öldürülen kadının dehşetli yüzü.

6. Guernica’da en alttaki kılıcı tutan kol, halıda çocuğu öldüren askerin bıçağı tutan kol.

7. Halıda sol baştaki kadın, Guernica’da çocuğunu kaybetmiş olarak resmedilmiş.

8. Halıda olmayıp Guernica’da olan iki temel figür boğa ve at. Bunlar Picasso’nun ömür boyu resmettiği İspanya’ya ait iki figür. At boğa güreşinde kurbandır, buradaki at da kurban, hatta resmin en önemli figürü at. Guernica’daki boğa ise halıda da var olan kaba kuvvetin temsili."

Evet Vatikan Müzesini gezerken kafaya takılan bir soru Canan Elçioğlu' nun yüksek lisans yapmasına neden olurken, dikkatli kişilerin daima var olduğunun da en önemli ispatı oluyor.

Bu sebeple bugün yada yarın, bir gün mutlaka bazı gerçekler kişiler tarafından ortaya çıkartılabilir. Sanatçılara düşen dürüst olmaktan başka bir şey değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederiz.

Yorumunuz incelendikten sonra en kısa sürede yayınlanacaktır.